Coğrafya ve jeopolitik
Son günlerde bu kavramlar yeniden sıkça kullanılır oldu. Buna neden ise uluslararası boyutta eski güç ilişkilerinin tarihe karışması, yenilerinin henüz kurulamamasının, bir altüst oluş olmadan da kurulamayacağının yarattığı gerginlikler, bölge sorunları, “Asya’nın yeniden yükselişi” diye adlandırılan sorunlar vb. Eski askerlerin, uluslararası politika konusunda uzman öğretim görevlilerinin yazı ve veya konuşmalarında sıkça “Coğrafya kaderdir, jeopolitik esastır” kavramlarına rastlanıyor. Onlara göre dünyanın şu ya da bu bölgesinde bulunan bir ülke coğrafi konumuna mahkumdur ve buna uygun bir jeopolitika izlemelidir. Dünyada hangi ekonomik düzen egemen, bu egemenlik hangi politikaları dayatıyor gibi sorunların sorulması onlara göre abestir!
Yok eğer soruluyorsa, onlara göre bu soru koşulların değişmeyeceği dikkate alınarak yanıtlanmalıdır. Libya, Suriye, Irak, Afganistan vb. ülkeler eğer yakılıp yıkılıyorsa bu onların ‘kötü bir coğrafyada’ olmalarının eseridir. Oysa somut gelişmelerin ve yaşananların kanıtladığı acı bir gerçek vardır ve o da şudur: Eğer ülkeler yakılıp, yıkılıp, yağmalanıyorlarsa bunun nedeni onların kötü bir coğrafyada bulunmaları değil, emperyalist saldırıların hedefi olmaları, bu saldırıların nedeninin de doğal zenginliklere sahip olma, bu zenginliklerin geçiş yolları üzerinde bulunma, emperyalistler arasındaki yağma ve talan rekabetinin kurbanı olmaları, ya da emperyalist talana karşı direnme çizgisi izlemeleridir.
Sorunun coğrafya değil, bu coğrafya üzerinde yaşayan insanların sahip oldukları ekonomik sistemler, yani üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan ücretli kölelik sistemi, sınıflara bölünmüşlük, sömürücü egemen sınıfın aşırı sömürü ve talan politikaları, sürekli yayılma eğilimleri ve diğer egemen sınıflarla rekabet ve egemenlik mücadelesi gibi doğrudan kapitalist - emperyalist sistemin ürünleri olan nedenlerden kaynaklandığı gözlerden gizlenmeye çalışılmaktadır. Bunlar inkar edilemeyecek gerçekler olarak kendini dayattığında ise söylenen, “Bu durumun bir gerçek olduğu -buna da reel politik diyorlar- ve bunun insanlar yaşadıkça değiştirilemeyeceği, dolayısıyla durumu kabullenip, buna uygun politikaların geliştirilmesi” gerektiğidir.
Bir de coğrafyanın artık önemli olmadığını, çünkü devletlerin on binlerce kilometre uzaklıktaki hedefleri vuran füzeler, uçaklar, silahlar geliştirdiğini ileri sürenler var. Bu imha silahlarının varlığı elbette inkar edilemez. Ama insanlar nasıl yönetilecek, emperyalist sistem nasıl garanti altına alınacak, kapitalizmin sömürü çarkı nasıl işleyecek, zenginlikler nasıl yağmalanacak, ucuz üretim nasıl gerçekleştirilecek gibi sorunlar ne olacak, nasıl çözülecek vb. vb.? İşte bütün bunlar için bir sistem kurmak, yerli iş birlikçiler edinmek, orduları o topraklara yerleştirmek için üsler kurmak vb. gerekiyor.
Ya da şöyle denilebiliyor: örneğin ABD’nin petrole, doğal gaza ihtiyacı mı var? ABD bu alanlarda ya dünya birincisi ya da ilk ikide! Bu da doğru. Ama ABD emperyalist bir ülke ve bu kaynaklara sadece kendi ucuz tüketimi için değil, bunlara ihtiyacı olan rakiplerinin gırtlağını sıkmak, geçiş yollarına egemen olmak için de ihtiyaç duyuyor. Yani dünya sürekli paylaşılıyor, paylaşım bittiğinde, paylaşılacak bir yer kalmadığında yeni paylaşımlar için mücadele başlıyor. Tıpkı 1. ve 2. dünya savaşlarında olduğu gibi. Elbette sadece dünya savaşları değil, yerel savaşlar ve çatışmaların kışkırtılması, önemli paylaşım alanlarında yaşayan ülkelerin ve insanlarının başlarının beladan kurtulmaması emperyalist egemenlik için zorunlu oluyor.
Burada kısaca değinilen nedenlerden dolayı emperyalist ideologlar, politikacılar, onların her türden iş birlikçisi coğrafyayı, jeostratejiyi ağızlarından düşürmüyorlar. Ve sadece onlar değil, sömürünün egemenliğinin ebedi olmasını isteyen her türden düzen savunucusu da benzer şarkıları sürekli olarak söylüyorlar. Oysa ne coğrafya kaderdir, ne de jeostratejik politikalara mahkumiyet kaçınılmazdır. Sorun kapitalist-emperyalist sistemdir ve o ortadan kaldırıldığında emperyalist, savaşçı ve “barışçıl” yayılmacı, ilhakçı politikaların literatürü de ortadan kalkacaktır. Yani sorun sürekli kafalara kazınmak istendiği gibi coğrafya değil, bugün dünyada egemen olan sistemdir ve çözüm de bu sistemin ortadan kaldırılmasında yatmaktadır.
Evrensel'i Takip Et