Göç; nereye ve ne zamana kadar?
Fotoğraf: Envato
Birleşmiş Milletler tarafından 10-11 Aralık’ta Fas’ta yapılacak toplantıda karar altına alınması planlanan 23 maddelik “Göç Paktı”, birçok ülkede şimdiden tartışmaya yol açtı. Sağ milliyetçi partilerin iktidarda olduğu birçok ülke şimdiden paktın altına imza atmayacağını ilan etmiş bulunuyor. Bu ülkelerin başında ABD, Avustralya, İsrail, Avusturya, Çekya, Macaristan, Polonya... geliyor.
Kararı destekleyeceğini ilan eden ülkelerde ise özellikle sağ milliyetçi popülist partiler, anlaşmanın imzalanmaması için hükümetlere baskı yapıyorlar. Anlaşmayla birlikte dünyanın her tarafından sığınmacı geleceğini propaganda ederek, emekçiler arasında korkuları körüklüyorlar. 2015’ten beri zaten sığınmacı düşmanlığını başpolitika haline getiren bu akımlar öyle anlaşılıyor ki, mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar konuyu işleyip oylarını artırmak isteyecekler.
Ama sadece sağ popülist partiler değil, muhafazakar partiler de benzer bir politikaya başvurabilirler.
Örneğin, Almanya’da Angela Merkel’in yerine CDU genel başkanlığına aday olanlardan Sağlık Bakanı Jens Spahn, anlaşmaya karşı çıkarak halk oylamasına gidilmesi çağrısında bulunuyor. Diğer Aday Friedrich Merz de sığınma hakkının yeniden ele alınmasından yana olduğunu söylüyor. Böylece parti tabanındaki muhafazakar delegelerin desteğini kazanmaya çalışıyorlar. İkisinden birisi kazandığında CDU’nun daha sağa kayacağı ortada...
Halbuki, BM tarafından hazırlanan Göç Paktı/Anlaşması, asıl olarak illegal göçün engellenmesini, ihtiyaca göre göçün düzenlenmesini içeriyor. Başka bir deyişle, bütün BM üyesi ülkelere illegal göçle mücadele konusunda işbirliği yapması önerilirken, gerçek anlamda sığınmaya ihtiyacı olan insanlara ise kontrollü izin verilmesini içeriyor. Ülkelerin ihtiyaç duyduğu kalifiye iş gücünün temin edilmesi konusunda ise kolaylıkların sağlanması gerektiği ifade ediliyor.
En önemlisi de anlaşmanın bir bağlayıcılığı yok. Sadece ortak temel hedefler ve temenniler söz konusu. Dolayısıyla 10-11 Aralık’ta dünya genelinde göç politikalarında köklü bir değişiklik olmayacak. Asıl önemlisi de açlık, savaşlar, şiddet, terör, yoksulluk, küresel ısınma nedeniyle göç etmek isteyenlerin başka bir ülkeye göç etmemesi için ortaya konulan yeni öneriler yok. Asıl hedef zengin Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine kontrolsüz göçün ulaşmasını engellemek. Böylece göç yollarına yeni barikatlar örülüyor. Üzerinde anlaşmaya varılan maddelerin dışında göç edecek olanlara karşı askeri, polisiye her türden önlemin alınması amaçlanıyor.
Halbuki BM’nin, hiç kimsenin yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmadan, bulunduğu ülkede yaşaması için uygun koşulların yaratılması için acil çağrıda bulunması, eylem planı hazırlaması gerekiyordu. Bunun için de öncelikle savaşlar ve yoksulluğu durduracak somut önerilere ihtiyaç var. Savaş, yoksulluk, şiddet ve temel hak ihlalleri sürdükçe, insanların bir yerden başka bir yere göçü hep devam etmiştir, etmeye de devam edecek.
En önemlisi de dünyanın içinde girdiği savaş ve yoksulluk sarmalı, daha fazla göçü beraberinde getirecek. Latin Amerika ülkelerinden ABD’ye doğru yola koyulan göç karavanı da bunu gösteriyor.
BM’nin verilerine göre yaklaşık 67 milyon insan savaş, yoksulluk, çatışma, küresel ısınma nedeniyle yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış, içeride ya da dışarıda göçmen olmuş. Sayının gelecekte daha da artacağı bugünden görülüyor.
Özellikle küresel ısınmanın, gelecekte yaratacağı kuraklık nedeniyle pek çok ülkeden yeni göçe yol açacağı ifade ediliyor. Önceki gün Süddeutsche Zeitung’da konuyla ilgili bir makale yazan Gießen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Clauss Leggewie, yılda ortalama 22 milyon insanın doğal felaketler ve kuraklık nedeniyle göç etmek zorunda kaldığını ifade ediyor. Küresel ısınma nedeniyle gelecekte birçok ada devletinin yaşanılmaz hale geleceğini, bu nedenle de bu ülkelerde yaşayanların “iklim sığınmacıları” olarak adlandırarak, iltica hakkının verilmesini istiyor.
Dünya Bankasının verilerine göre, gerekli önlemlerin alınmaması durumunda 2050 yılına kadar Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da küresel ısınma nedeniyle 143 milyon insan göç etmek zorunda kalacak.
Nihayetinde dünyanın iklim dengesini değiştiren, ısınmaya yol açanlar küçük ada devletleri değil, sanayileşmiş emperyalist devletlerdir. Ama bu devletler, göçe neden olan sorunları ortadan kaldırmaya yanaşmadıkları gibi, yoksul ülkelerden kalifiye iş gücü almak için ise birbiriyle kıyasıya rekabet içerisinde girmiş durumdalar.
Almanya’daki durum bunu çarpıcı şekilde özetliyor. Bir taraftan ülkeye gelen sığınmacı sayısını azaltmak, gelenlerin bir kısmını geri göndermek için canla başla çalışan “büyük koalisyon” hükümeti, diğer taraftan önceki gün daha fazla kalifiye iş gücü getirmek için anlaşmaya vardı. Önümüzdeki ay yasallaştırılması planlanan düzenlemelere göre, AB dışından kalifiye iş gücü getirmek için kolaylaştırılıyor. Bu durum doğal olarak ülkedeki yerli ve göçmenler üzerinde düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışma baskısını artıyor. “Kontrollü kalifiye iş gücü” her açıdan emekçilerin değil, sermayenin işine yarayacak bir uygulama olarak görülüyor.
- Almanya seçimlerine doğru: Muhafazakarlar aşırı sağcılaşıyor 31 Ocak 2025 04:47
- Avrupa Trump’a karşı durabilecek mi? 24 Ocak 2025 04:15
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12