29 Kasım 2018 00:30

'Kışkırtıcılık' mı?

'Kışkırtıcılık' mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Emmanuel Macron yönetiminin “Çevre Vergisi” adı altında yürürlüğe koyacağını ilan ettiği akaryakıta ek zam Paris’i yangın yerine çeviren eylemlerle protesto edildi. Macron ve hükümeti bir yandan polis gücünü harekete geçirdi, diğer yandan eylemlerin “Le Pen ve partisi tarafından kışkırtıldığı” propagandasıyla protestoların yaygınlaşmasını önlemeye çalıştı.

Devlet-hükümet politikalarına karşı sokağa taşan ya da grevler ve fabrika işgalleri gibi eylemler biçiminde ortaya çıkan tepkiler ilk kez kışkırtıcılıkla, şu ya da bu gücün kışkırtmasının ürünü olarak suçlanmıyor. Ne Macron bu tür suçlamalarda bulunan ilk yönetici ne de Fransa tek ülke. “Kışkırtıcılık” kavramı hemen tüm ülkelerde devlet yöneticileri ve hükümetlerin sözcüleri tarafından, yönetim politikalarına karşı protestolara yönelen kesimleri “haksız” göstermek amacıyla -son dönemlerde daha da sık olmak üzere- kullanılıyor. Talepleri için mücadeleye yönelen emekçilerin kendi iradeleriyle hareket etmeyip “bazı dış ve iç güçler tarafından yönlendirildikleri” ileri sürülerek eylemlerinin etkisi kırılmaya, taleplerinin üstü örtülmeye çalışılıyor.  Tayyip Erdoğan örneğinde görüldüğü üzere sermaye politikacıları, onları “ülkeye ve millete ihanet etmek”le dahi suçlayabiliyorlar. 

Bu propaganda sadece eylemlerin yayılmasını önlemeyi, henüz sustukları ve harekete geçmedikleri halde aynı taleplere sahip kesimlerin de hareketin “kışkırtması”yla protestolara yönelmelerinin önünü kesmeyi hedeflemiyor. “Kışkırtılmış” oldukları söylenerek mücadeleye uyananlar aşağılanıp haksız da gösteriliyorlar. 

Oysa kışkırtılabilmek için kişi, grup ve kesimleri harekete geçirebilecek nedenlerin olması ilk koşuldur. İnsan topluluklarını harekete geçirecek nedenler varsa, iç devinim, iç hareketlenme bir yana, bir dış etkinin olanakları da oluşmuş ya da oluşabilir demektir. “Kışkırtılmış olmak” bir sonuçsa, ona yol açan neden ya da nedenler de var demektir. Dolayısıyla da Türkiye’de ya da Fransa, Yunanistan ya da Tunus’ta asıl kışkırtıcı işsizlik, açlık, yoksulluk, barınaksızlık, düşük ücret, ücret eşitsizliği ve kötü çalışma koşulları gibi sorunlarla onların da kaynağı olan sosyoekonomik koşullardır. Kapitalist üretim ilişkileri, kapitalist toplumsal ilişkiler asıl ve en etkili kışkırtıcıdır. Bu ilişkileri ve bu koşulları sürdürmeye çalışan burjuva devletleriyle hükümetleri de uyguladıkları politikalarla gelişmeleri provoke eder ve kışkırtırlar! Hal böyle olunca da bu koşullar, bu nitelikteki ilişkiler, onların ürünü ve sürdürücüsü burjuva yönetimler varolduğu sürece kışkırtma ve eyleme geçme hali ve olasılığı eksik olmaz.

Le Pen’ler ve partileri ise dünyanın ve Avrupa’nın birçok ülkesinde kitlelerin belirli aktüel taleplerini istismar ederek daha fazla güç toplamaya çalışıyorlar. Küçük ve orta burjuva kesimlerin yanısıra işçi ve emekçilerin taleplerini sahiplenir görünerek bu talepleri istismar edip güç topladıkları çok sayıda ülke var. Hemen tüm kapitalist ülkelerde, hükümetleri oluşturan partilerin politikalarına öfke duyan yığınların bir kesimi, bu partilerden uzaklaşarak yeni arayışlara giriyor. Bu arayış sürecinde, karşılarına geçip kendilerine “yeni alternatif sunduklarını” iddia eden çeşitli parti ve örgütlerle yüzyüze geliyor; beklentileri ve o andaki bilinçleri, düşünceleri ve inançlarının düzey ve durumuna göre sağdaki ve ‘sol’daki çeşitli parti ve örgütlere yöneliyorlar. Bu üstelik günümüzde giderek güç kazanan bir eğilimdir de. Alternetif olarak görülen ya da öyle sanılan parti ve örgütler elbette sadece sermaye çıkarlarının açık temsilcisi sağ gerici, faşist ve şoven milliyetçi olanlar değil. Emekçilerin henüz oldukça dar bir kesiminin örgütlendiği devrimci ve sosyalist parti ve örgütler bir yana bırakılırsa, Syriza, Sol Parti, Podemos, Topraksızlar Hareketi türünden reformist liberal parti ve örgütler kitlesel yönelişin “sol” adresini oluşturdular. Ne var ki bu adreslerde yer alan parti ve hareketlerin mevcut sosyoekonomik sistemi darbelemekten ve hedef almaktan uzak reformist politikaları da umut kırıklığına yol açtı. Bu “sol” etiketli partilerden uzaklaşanların küçümsenemez bir bölümü de şimdi yine taleplerinin istismarı üzerinden kendilerine seslenen ve hükümet partilerine “alternatif” olduklarını ileri süren sağ gerici partilere yaklaşıyorlar. 

“Ulusal renkleri”nin farklılığını başka uluslara karşı bir savaş aracı olarak kullanmalarıyla birbirlerinden ayrılsalar da Le Pen’in partisi türünden partiler sadece Fransa’da değil Filipinler, Avusturya, Macaristan, İtalya, Polonya, Türkiye, Danimarka, Hollanda, Almanya, Brezilya gibi ülkelerde de varlar. Kitlelerin bir kesiminin bu partilere yönelmesi, onları desteklemesi kuşku yok ki bir çelişkiye de işaret ediyor.

Ama nasıl ki, kitleleri eyleme götüren onların yaşam ve çalışma koşullarıyla ilişkin talepleriyse, bu türden partilere yönelmelerine yol açan da, taleplerinin sahiplenildiği ve karşılanacağı vaadiyle karşılarına çıkılmış olması ve yarattığı beklentidir. Kitleler açısından istimarcı olan ile olmayan ise ancak pratik içinde sınanarak öğrenilecektir. 

Bu durum, işçi emekçi hareketinin geriye atılmış olmasıyla, hareketin dağınıklığı ve örgütsüzlüğüyle, burjuva ideolojisinin çok çeşitli biçimleriyle toplumsal yaşama hükmediyor ve egemen oluşuyla bağlı ve geçici bir durumdur. Ne kadar süreceği üzerine spekülasyonlar yarar sağlamaz. Böylesi durumlar, burjuvazi ve devletinin sermaye dünyasını korumak için her yol, araç ve yöntemi kullanacağı konusunda hiç ama hiç tereddüt etmeksizin, burjuva ideolojisinin, burjuva partilerinin propagandasının kitleler üzerindeki etkisini kırmak için kesintisiz bir aydınlatma çalışması yürütmeyi; gelişmeleri ve olguları mümkün bütün bağlantılarıyla açıklığa kavuşturmaya çalışarak işçi ve emekçileri sömürüden kurtuluş için kendi sınıf örgütlerinde birleşmeye ikna etmeyi gerekli kılar. Yapılacak olan sabır ister ve sürekli uğraş gerektirir. Ama başkaca yolu da yoktur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa