Fransız direnişi ve gelişmenin yönü!
Fotoğraf: Envato
“Sarı yelekli” direniş, Emmanuel Macron başkanlığındaki Fransız burjuva yönetimine geri adım attırdı. Polis saldırılarıyla direnişçileri teslim almaya çalışan ve polis saldırganlığını öven mali oligarşinin “istikbal vaadeden” genç çocuğu, “ülkede derin ve haklı bir öfkenin mevcut olduğunu” anladığını belirterek “Sorumluluğumu kabul ediyorum” deme noktasına geriledi. Kırsal alanda yaşayanların kamusal hizmetlerden yeterince yararlanamadıkları için kendilerini mutlu hissetmediklerini belirten ve “Bu insanları unuttuk” diyen Macron, “hareketin kızgınlığını azaltacak bazı ekonomik adımlar” atılacağını; asgari ücretin artırılacağını; fazla mesai ücretlerinin vergiden muaf tutulacağını ve tüm çalışanlara yıl sonu ikramiyesi getirileceğini söyledi. Sonrasını karşıt güçlerin ilişkilerinin belirleyeceği bu tutum, tekelci burjuva iktidarının bir geri adımıdır.
Fransız “geleneği”nin özgün özelliklerini saklı tutarsak, Fransız tekelci sermayesinin ekonomik sosyal politikaları nedeniyle yaşam ve çalışma koşulları giderek dayanılmaz hal alan toplumsal kesimlerin haftalar boyu süren ve giderek daha fazla etkili hale gelen çatışmalı protestosu, sermaye temsilcilerine bu geri adımı attırmış oldu.
Burjuvazi elbette kârlarından kırıntıyı dahi kaybetmek istemezdi. “Kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi” adına emekçileri daha ağır yaşam koşullarına mahkum eden sermaye iktidarı, zorunlu kalmasaydı, tavize yanaşmazdı. Şimdi de, “vermek” zorunda kaldığı tavizleri geri almak için egemen sınıf konumundan yararlanacak ve fırsat kollayacaktır. Gelişmelerin hangi yönde ilerleyeceği ise, uluslararası ve ülkenin koşullarıyla bağlı olarak şekillenecektir. Ancak ardısıra gelişecek olayların akışı hangi yönde olursa olsun bu direnişin sadece Fransa’nın sömürülüp ezilenleri için değil dünyanın diğer ülkelerinde baskı altında ve ağır yaşam koşullarıyla karşı karşıya olanlar açısından da birkez daha gösterdiği, direnilmeden, mücadele edilmeden kazanılamayacağıdır. Bunun böyle olması için mutlaka iyileştirici sonuçlar elde edilmesi de şart değildir. Bu direniş, önemlice herhangi kazanım sağlamadan bitirilseydi bile, yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi başta olmak üzere hak ve özgürlükler için mücadele etmenin şart olduğunu göstermiş birkez daha göstermiş olmasıyla yine de bir kazanım olurdu. Onun en önemli dersi ya da kazanımı, ezilenlerin “direnerek haklarını elde etme” tutumu ve kararlılığı yönünden öğretici olmasıdır.
Bundandır ki, açıklama yapsınlar ya da yapmasınlar hemen her ülkenin burjuva yöneticileri bu direniş karşısında, “acaba bizim ülkemizde de benzeri şeyler yaşanır mı?” korkusuna kıpıldılar. Türkiye’yi yönetenlerin aklına hemen “Gezi direnişi” geldi ve onlar, Fransa’daki polis saldırılarını kınar görünürken, iki ülkedeki polis vahşetini değil iki ülkedeki direnişin nedenleri arasındaki “benzerlik” ya da “aynılık”ları dert edinerek “bir korku”yu da dışa vurdular. Benzeri korkuların Avrupa’da ve ABD’de ve diğer kapitalist ülkelerde yaşandığını söylemek için çok neden sayılabilir.
Kuşkusuz, sömürülen ve ezilenlerin hareketi henüz genel ve istikrarlı bir rotaya girmiş değildir. Ancak, ekonomik sosyal ve politik saldırı politikalarının giderek yoğunlaştırıldığı bir dönemde, bu saldırılara karşı ve hakları için direnme tutumunun, ülkelerin sınıf mücadelesi geleneği ve ezilenlerin deney birikimiyle bağlı olarak grev, direniş ve sokak protestoları şeklinde ortaya çıkması da, “süpriz” olmayacaktır. Fransa’daki protestoların ülke halkının mücadele geleneğinden güç alan özgünlükleri ve harekete katılan kesimlerin talepleri yönünden farklılıkları bir yana bırakılırsa, Yunanistan, Almanya, İspanya, İtalya, Brezilya, Türkiye gibi ülkelerde de çeşitli direnişlerin yaşanmakta olması bu yönlü gelişmelerin işaretleri arasındadır. Bir önceki dönemin “durgunluğu”nun aşılmakta olduğu yeni bir döneme yol alındığı söylenebilir. Karşıt sınıflar arası ilişkiler giderek sertleşmektedir ve bu da, bu türden direniş ve çatışmaları daha fazla gündeme getirecektir. Bu da, ileri işçi ve emekçilerle onların siyasal ve sendikal mücadele örgütlerini, dönemin daha yoğun geçeceği bugünden görülebilir olan sorumluluklarıyla yüzyüze getirmektedir.
Bu durumda gerekli olan, işçi sınıfı başta olmak üzere kent kır emekçilerinin talepleri için mücadelenin ilerletilmesinde olumlu rol oynayacak pratik bir çalışmanın daha yoğun tarzda gerçekleştirilmesidir. Bu çalışmanın bir yönünü de, her türden burjuva ideolojik etkiye karşı yürütülecek mücadele oluşturmaktadır. Böylesi dönemler çünkü, örneklerine özellikle de son on yıllarda çokça tanık olduğumuz türden saptırma girişimleriyle bunun çeşitli türden ideolojik kılıflarının oluşturulmasını da mümkün kılmaktadır. Nitekim, “Sarı yelekli” direniş, Fransa’da da, Fransa dışı ülkelerde de, bu yönlü girişimlere yeniden ivme kattı. Direnişi, yaşam ve çalışma koşulları giderek kötüleşen toplumsal kesimlerin buna karşı öfkeli tepkisinin ürünü saymalarına rağmen, onda “saf işçi direnişi” özelliği bulamadığı için olumsuz yaklaşan, işçi sınıfı mücadelesine dair hatta hayal kırıklığı yaşayan “sol”cu tutumdan, onu salt orta kesimlerin eylemi olarak niteleyenlere; ya da gerici, faşist ve sağcı politik yaklaşımların desteğinde görerek uzak durulması gerektiği yönünde “nasihat eden”lere dek, hayli farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. “Gezi Parkı”nın adıyla anılan büyük Haziran direnişi üzerine liberal ve anarşizan tefrikalardan bildiğimiz türden bir diğer yaklaşım, ifadesini, bu gibi kitlesel protestoların heterojen bileşiminden hareketle, “lidersiz, merkezsiz ve örgütsüz” kitlesel başkaldırılara övgüler yağdırılıp salık verilmesinde buldu. Bu ve benzeri “değerlendirme”lerin, somut talepler etrafında gelişen kendiliğinden patlamaların kitlesel gücüyle örgütlü bilinçli ve “planlı” ayaklanmalar arasındaki farklılık ve benzerliklerin üzerini örterek dikkatleri asıl kazanım ve asıl derslerden uzaklaştırma gibi bir yönü de bulunduğunu bilerek, bu lafazanlıkları da boşa çıkaracak bir aydınlatma ve örgütlü emekçi birliğini güçlendirme çabasına ihtiyaç daha da artmıştır. Sarı yelekli direnişin bir dersi de budur!
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40