Fırat’ın doğusu, Türkiye’nin batısı
Fotoğraf: Envato
İktidarın, belli bir dönemdir seçimler öncesine denk getirdiği sınır ötesi harekatlar, iktidar medyası tarafından da adeta bir ‘süsleme sanatı’ özeniyle duyuruluyor. Bu yapılırken, yazılanların gerçek olup olmaması, gazeteciliğin arkaik bir kaygısı olarak kolaylıkla bir tarafa itilirken, ihtişamlı bir propaganda adına hayal gücünün sınırları da alabildiğine zorlanıyor.
Bu aslında yeni de değil. Son 30 yıldır Kürt sorunu etrafında gördüğümüz bu propaganda şöleni, daha önce de o dönemin tehdit konseptine bağlı olarak ‘komünizmle mücadele’ bağlamı içinde yapılıyordu. Örneğin, 8 Kasım 1950 tarihli Hürriyet gazetesinin manşeti, iri puntolarla şöyleydi: “Kore’de Türk süngüsü parladı”. Hemen altında ise, o dönemin editoryal maharetlerini yansıtan şu ifadeler dikkati çekiyor: “Komünist çeteleri kahramanlarımızdan bir heyula gibi korkmaya başladılar. Türk süngüsünden yılan çeteciler, geceleri zehirli hançer kullanıyorlar. Dini itikatlarına göre bıçak ve süngü ile öldürüldükleri takdirde cehenneme gideceklerini zanneden çetecilerin maneviyatları çok bozulmuş ve perişan bir hale gelmiştir.”
Son 30 yıldır da, bu operasyonel medya söyleminin Kürt sorunu etrafında üretilen, dönemin yazı işleri kadrolarının fantastik yaklaşım düzeyleriyle desteklenen örneklerine tanıklık ediyoruz.
Harekat süreçlerinin medya boyutu, bir ‘silahsız kuvvetler’ kıtası tarzında işlerken, etki ve sonuçları da, çoğu zaman ülkenin toplamına ilişkin bir siyasetin inşa süreci olarak şekilleniyor. Yakın tarihimizde çok sayıda örneğiyle de görüldüğü gibi, bir sınır ötesi harekat, aynı zamanda içeriye doğru bir harekat olarak icra ediliyor.
Kürt sorununun çözümü açısından, ülkenin batısının muhataplığının sağlanması ne kadar kritik bir önemde ise, iktidarlar açısından da, ülkenin batısı ve toplamının bir harekatın cephe gerisi olarak inşa edilmesi de bir o kadar hayati görülüyor.
İktidarın bu dönemde, bu açıdan başvurduğu yöntemin, öncekilerin de bir adım ötesine geçerek, bir ‘ön alma’ taktiği biçiminde vücut bulduğunu görüyoruz.
“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladıkları için “Terör örgütü propagandası” ile yargılanan akademisyenlere, aynı duruşma salonlarında beşer dakika arayla verilen ve kopyala yapıştır yöntemiyle otomatiğe bağlanan cezalar, günlerdir manşetlerden düşmeyen sınır ötesi harekata karşı barışı bir seçenek olarak öne çıkarma cesaretinin de daha baştan önünü kesme işlevi görüyor.
Bu açıdan bazılarına yapılan ‘özel muamele’nin, aydınlarla birlikte toplumsal sorunlar konusunda duyarlı demokratik örgütlere bir mesaj anlamı taşıdığı da açık. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden Emekli Prof. Dr. Gençay Gürsoy’a esas hakkında mütalaaya karşı savunma vermesi beklenirken celse arasında dosyaya yeni eklenen belgelere dayalı olarak, 10 gün raporlu olduğu için katılamadığı duruşmada beyanda bulunamadan 2 yıl 3 ay hapis cezası verilmesi, sunulan gerekçeleriyle birlikte buna örnektir: “Sanığın duruşmadaki olumsuz gözlemlenen tutum ve davranışları, pişmanlık duymamış olması”, “Suçun işleniş şekli ve özelliği, sanığın suç tarihinde başkanı olduğu Türk Tabipleri Birliği ile birlikte bildiriden sonra bildiri içeriğine destek çıkar derecede açıklamalarda bulunması”, “Sanığın suç tarihindeki konumu, yayınlanan suça konu bildirinin sanığın başkanı olduğu TTB tarafından da kabul edilmesiyle insanlar üzerinde oluşturduğu etkinin boyutu,”
Barış bildirisine imza atan gazetemiz yazarlarından TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın karar aşamasındaki dosyasına, Fincancı’nın Özgür Gündem ve Evrensel’e verdiği röportajlar ile TİHV’nin Cizre raporunun ek deliller olarak eklenmesi de, aynı yöntemin bu kez, bugün karar duruşması görülecek olan Fincancı için işletildiğini gösteriyor.
Özgür Gündem ile dayanışmak amacıyla 1 günlük nöbetçi yayın yönetmenliği yapan gazeteciler hakkında verilen hapis cezaları da bu ‘ön alma’ yönteminin bir başka örneği olarak karşımızda.
Buna ‘Sarı Yelekliler’ eylemine sıkça atıf yapılarak yeni bir Gezi davası sürecinin gündeme getirilmesini de ekleyin.
Türkiye böyle bir iklimin ve yine her gün iktidar eliyle, devletin zirvesinden yeniden üretilen kutuplaşmalar girdabında yeni bir seçime gidiyor. Bütün bu zor denklemin arasında yol bulmayı öğrenmek de, günümüz siyaset dersinin temel konusunu oluşturuyor.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00