20 Aralık 2018 00:40

Sokaklardan niye korkuyorlar?

Sokaklardan niye korkuyorlar?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP Genel Başkanı Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Başkanı” ünvanıyla, “Burası Belçika değil, Burası Hollanda değil!” diyordu son konuşmalarından birinde ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu, “sokak çağrısı yaptığı” gerekçesiyle suçluyor ve “Bu millet seni... yapar Bay Kemal!” diye aşağılamalar eşliğinde tehdit ediyordu. 

Türkiye’nin Belçika, Hollanda olmadığı kesin! Ne coğrafi olarak ne de “millet” olarak! Bunun, şu ya da bu kişi tarafından bilinmesi için onun hatırlatmasına ihtiyaç olmadığını, Erdoğan da biliyor. Ancak ülke ve “millet” adıyla “sokak” sözcüğünün biraraya getirilerek “hele bir sokağa çıkmaya kalkışan olsun, gününü gösterir, ezer geçeriz!” anlamına gelen gözdağı verilmesi, kendi iktidarlarının, Türk devlet geleneğinin, “millet”in belirli kesimlerinin bu devlet geleneğini sahiplenme tutumunun, diğerlerinden farkını işaret ederek korku salma ihtiyacı ve isteğiyle bağlıdır. 

Korkulan CHP muhalefetinin niteliği ve gücü değildir. CHP yönetiminin, burjuva devlet iktidarı ve kapitalist toplumsal sistem sözkonusu olduğunda, koruyucu, kollayıcı politikalardan geri kalmadığını Erdoğan ve devlet üst bürokrasisini ellerinde tutanlar da biliyorlar. Korkulan CHP’nin “sosyal demokrasi”si de değildir: Sosyal demokrasi, Almanya başta, Avrupa’da da, Türkiye’de de neoliberal kapitalist politikaların benimsenmesi ve uygulamaya geçirilmesinde sağ gerici ve “muhafazakar” sistem partileriyle birleşerek "kimlik değişimi" geçirerek burjuvazinin çıkarlarıyla uyuma evrildi. Onun yerini şimdi emekçilerin taleplerini kullanarak güç toplamaya çalışan sol liberal parti ve gruplar doldurmaya çalışıyorlar. Kitlelerin içinde bulundukları zor ve ağır koşulların dile getirilmesi üzerinden sürdürülen düzen içi muhalefetin hemen tüm kapitalist parti fraksiyonları tarafından baş vurulan ikiyüzlü bir tutum olduğunu ise, AKP kurmayları, gayet iyi bilirler. 

Korku, korkutma politikasını ihtiyaç haline getiriyor; çünkü uluslararası alanda ve ülkede iktisadi-sosyal gelişmeler, burjuva egemen sınıfla onun devlet yöneticilerini giderek artan şekilde zor duruma düşürecek yönde seyrediyor. Fransa’da “sokak”, bu gelişmeye ayna tuttu; yansıyan “ışıltı”lar, Fransa dışı ülkelerde de sömüren ve sömürülenleri, kuşkusuz her bir kesimi kendi gelecekleri yönünden ve farklı biçim ve düzeylerde, ancak daha fazla ve daha ciddi şekilde uyanmaya zorladı! Belçika ve Hollanda, en yakınlarda olmalarıyla daha fazla etkilendiler. Etki, uzaklardaki İsrail’de dahi hissedildi. Fas, ilişkiliydi ve sokak hareketlendi. Macaristan ve Sırbistan’da parlamentoya yüründü! İngiltere ve Almanya’da, devlet politikalarına itirazlar giderek güç kazanıyor.

Türkiye, evet ne Belçika ne de Hollanda’dır! Ama uzayın bir başka gezegeninde, başka bir yıldız sisteminde de değil; bu dünyada, ve bu dünyanın oldukça hareketli ve karmaşık, çatışma ve savaşların ‘bol’ca yaşandığı bir bölgesindedir. Türkiye ve Fransa halkının mücadele gelenekleri arasında evet çok ciddi farklılıklar vardır. Türk, Kürt, Arap nüfus başta olmak üzere “tek millet” iddiasını boşa çıkaran uluslar bileşimiyle Türkiye’de, devlet-”millet” ilişkisi farklı şekillenmiştir. Halkların sermaye ve devletinin çıkarlarıyla bağlanması için bir araca dönüştürülen dini ideolojinin, mezhepsel farklılıklarıyla birlikte toplum üzerindeki etkisi Türkiye’de daha güçlüdür. “Millet” söylemi Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere Türk olmayan kesimlerin ulusal inkarı ve hak taleplerinin suç gösterilmesinin şifresidir. Burjuva yönetimleri, “azınlıkları eritme” ve “tehcir” politikalarında bu farklılıkları kullandılar ve bu “taktik” etkili de oldu. 

Ancak toplumsal gelişme ve değişim, sınıf ayrımlarını netleşmesine ve onların çıkar çatışmalarına yol açtıkça, geleneksel anlayış ve taktiklerin geçerliliği de tehlikeye girer. Günümüzde sömürülüp ezilenlerin mücadelesi yeniden yükseliş eğilimi içindedir. Uluslararası alanda ve ülke bazında böylesi bir döneme giriliyor. Burjuvazinin “ulusal” manevralarının etkisi azalıyor, taktikleri kuşkulu hale geliyor. Sokak mücadelesinin Fransa örneği üzerinden yaygınlık göstererek Türkiye’ye “sıçraması” olası bir “tehdit” olarak görülüyor ve önü kesilmeye çalışılıyor. Ne var ki, baskıyla yıldırılmaya çalışılanların bir bölümü zaten sokaklardadır. Sağlıkçılar, emeklilik yasasına takılanlar protesto gösterileri düzenlediler. Havaalanı işçileriyle Flormar işçilerinin eylemleri polis saldırılarıyla karşılaştı. Pazar yerlerinden “satın alacak gücümüz yok” feryatları yükseliyor. Enflasyon ortalama yüzde 30’lar civarında, İşsizlik resmi açıklamalara göre yüzde 11.4 ve gençlerde yüzde 20 civarında. Sanayi üretimi başta olmak üzere üretim sektöründe geriye düşüş var. Kriz, etkisini giderek daha ağır biçimde hissettiriyor. Bütün bunlar “sokağı” besleyen etkenlerdir. 

Bu yönlü gelişmelerden duyulan korku, “Sokak” sözcüğünün “Gezi” korkusuyla birlikte suç hanesinde gösterilmesine yol açıyor. Her ne kadar, iktidar, dikkatleri Suriye topraklarında yeni bir fetih harekâtına yönelterek emekçilerin ekonomik sosyal ve politik talepleri için mücadeleyi yükseltmelerini; sadece sokağı değil, ondan da daha önemli ve etkili olan fabrika ve işyerlerini mücadele ve direniş alanlarına çevirmesini önlemeye çalışıyorsada, ağırlaşan koşullar bu yönlü gelişmeleri artan şekilde tetikliyor. Burjuva iktidarının “sokak yasak” buyruğuyla baskıyı artırması, kendi Anayasası’nı hiçe sayarak yasal ve hukuki sınır tanımaması, burjuva muhaliflerini bile tehditle yıldırmaya çalışması, bu yöndeki gelişmeleri görmesi nedeniyledir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa