22 Aralık 2018

İnsanın inanası geliyor

10 Aralık 1948 tarihi çok önemlidir, çünkü bu tarihte İnsan Hakları Bildirgesi kabul edilmiştir. O tarihten bu yana 10 Aralık günü bildirinin kabulünün yıl dönümü olarak kapitalist ülkelerde, pek şaşaalı olmasa da, kutlamalar yapılır, sembolik toplantılar veya paneller düzenlenir. 10 Aralık gününün böylesi anlaşılan şekli ile atfedilen önemi yanında bir başka önemi de çelişkili ve sahte ifadelerle dolu bir bildiri olmasıdır. Bundan dolayı, 10 Aralık 1948 tarihinde bildirge sosyalist ülkelerce kabul edilmemiştir. Zira aynen 1748 Fransız Devrimi sonucunda ilan edilen özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sözcüklerindeki sahte parıltı gibi, İnsan Hakları Bildirgesi’ndeki ifadeler de sahte görüntü sergilemektedir. 1748 bildirgesinde sayılan özgürlük emekçiler için geçerli mi; eşitlik ifadesi emek ve sermaye arasında kurulabilir mi; kardeşlik ifadesi de emek ile sermaye arasında düşünülebilir mi? 

Sokaklarda sergilenen İnsan Hakları Bildirgesi’nin daha birinci maddesinde insanların doğuştan özgür ve eşit oldukları ifade ediliyor. Bir kere insanlar biyolojik olarak dahi eşit değildir. Zaten bildirgede ifade edilen eşitlik ve özgürlük ifadelerinin de biyolojik anlamda olmayıp, sosyolojik, çevre ve haklar itibariyle dillendirildiği düşünülmelidir. Peki, insanlar daha doğuştan farklı sosyolojik ve ekonomik ortamlara girmiyor mu? Varsıl bir toplumda doğan çocuklarla yoksul bir toplumda dünyaya gelen çocukların nasıl aynı koşullarda bulunduğunu, eşit ve özgür olduğunu düşünebiliriz ki!

Bildirgenin kastettiği çevre ve sosyal koşullar o derece insanı etkiler ki, ünlü Fransız Sosyoloğu Pierré Bourdieu’nun bulgularına göre, farklı aile ve sosyal çevreden gelen çocuklar aynı eğitim almış olsalar da sonuç farklı olmaktadır. Yani, yoksul aile ve çevreden gelen bir çocuk iyi bir okulda okumuş bile olsa aradaki farkı kapatması kolay olmamaktadır. Aynı durum, hastalık, iş bulma, hatta huzurlu bir yaşam sürme bağlamında da karşımıza çıkar. Sosyal farklılığın en acı yönü de gelir ve sosyal farklara göre gettolaşmış kentsel alanlar arasında görünmez ayrışmanın ancak romanlara konu olabilecek aşklara meydan veriyor olmasıdır. 

Peki, neden böyle bir bildirge hazırlandı ve kapitalistler tarafından kabul edildi. İşte işin püf noktası da burasıdır. Bu noktayı yakalayabilmek için önce bildirgenin genel havasına bakmamız gerekmektedir. Bildirge temiz havaya varana dek hemen her şeyi insan hakkı olarak saymaktadır. Eğitim, temiz çevre, seyahat, dinlenme vb. akla gelebilen hemen her şey bildirgeye göre insan hakkıdır. Ancak, bildirgenin bir yerinde mülkiyetin de insan hakkı olduğu ifadesi ile karşılaşıyoruz. Şöyle bir düşünelim, bildirgede sayılan hakları elimizden alan nedir? Tabii ki, sermaye mülkiyetine dayalı üretim biçimidir. Eğer böyle ise kapıdan kovduğumuzu bacadan içeri almış olmuyor muyuz? Zaten başkası olamazdı ki! Çünkü bildirgeyi insan haklarını hiçe sayan kapitalist toplumlar birliği, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında güçlenen sosyalizme karşı kapitalist toplumlardaki ezilen insanlara ve özellikle de emekçilere bir gıdım bal vererek, sosyalizme yönelik olası özlem olasılığına karşı kapitalizmi koruma amaçlı olarak hazırlamışlardır. 

Bildirgenin bence en çirkin yüzü, kapitalizmin insan haklarına saygılı bir sistem olduğu, buna karşın sosyalizmin insan haklarını hiçe sayan, insanı ezen bir rejim olduğu görüşünü ideoloji olarak yayma amaçlı olmasıdır. Bu propaganda öylesine tutmuştur ki, günümüzde sadece ülkemizde değil, tüm dünyada işsizlik ve yoksulluk artarak genişlerken dahi sistemden şikâyet yükselmediği gibi, insanlar arasında görece daha ileri düzeyde eşitliği sağlayabilmiş reel sosyalizm insan haklarının çiğnendiği bir rejim olarak algılanmıştır. Kısacası, sermaye çevrelerinin reklamı fevkalade başarılı olmuştur. Tüm acılara rağmen reklamın bu denli başarılı olması durumunda patron niye emekçinin ve genel halkın üzerinde boza pişirmesin ki!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek imzasıyla taşıt alım satımı hariç ülkedeki tüm alım satım işlemlerinde dövizle ödemenin önü açıldı.

Evrensel'i Takip Et