26 Aralık 2018 23:10

Burun

Burun

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Abdülhamit Han’ın Çemberlitaş’taki türbesinin içerisindeyim. Gözlerimi kapattım. Kulağımda o dönemin genç kızlarından annemin babaannesinin (Biz koca nine derdik) sesi.

“Bir zamanlar burnu ile ünlü büyük hakan Abdülhamit Han’ın “Devlet-i Ali Osmaniyye”den kalan toprak parçasının sınırları içerisinde “Burun” kelimesinin kullanılmasını yasaklamıştı. Medreselerde coğrafya anlatan müderrisler bile “Burun” dememek için, “Karaların denize doğru ince ve düz çıkıntısı” derlerdi. Maazallah “Karaların denize doğru kalın ve eğimli çıkıntısı” deme gaflet ve hıyaneti içerisinde bulunan hocalar malum burnu tarif ediyor olmakla suçlanır, perişan edilirdi.

Yasak burunla kalsa “Ehh kompleks yapmış devletli” deyip geçecektik ama  liste uzundu. O dönemde millet demek de yasaktı. Cumhur zaten yok, “Ümmet” denilecek millet yerine . Hürriyet zinhar yasak. Diyen doğru sürgüne. “Murat”, “Reşat”, “Firar”, “Hafiye”, “Vatan”, hepsi yasak. Bu kelimeleri kullanmak babayasal düzeni yıkmak için örgüt kurmak, JönTürk’lere üye olmamakla birlikte isteyerek ve bilerek yardım ve yataklık etmekle eşti.

Hele “Cumhuriyet”.

Yasağı bırak, düpedüz ihanet.

‘Büyük Hakan’ hakkında bir iki söz etmek isteyen çalıyı dolaşırdı cümle kurarken. “Abdül” neyse de “Hamit” demek anahtar kelimeydi. Yerine Hamdi demek gerekiyordu. “Abdül”lü veya “Abdül”süz, içerisinde Hamit geçen cümleler, yazılar, dönemin tarayıcıları tarafından taranıp cümlenin gidişatı ile ilgili derin incelemeler yapılıyor, o dönemde savcı diye bir kurum olmadığından dava doğrudan veya Şeyhülislam eliyle yörenin “Kadı”sına havale ediliyor, subaşılar da bir cuma tatili sabahı “o” kelimeyi kullanan münafıkın evini basıp, haremlik, selamlık demeden  karga tulumba kadının önüne getiriyordu. “Susma hakkı”, “Avukatımı isterim” gibi talepler henüz tarihin ilerisinde olduğundan “Burun” diyenin niyetine bakılarak, “Okumuş, yazmış” birisiyse Malta’ya sürgüne, sokaktan biriyse “Burun” derken kullandığı “u” harfinin çokluğu kadar sopa yemeye gönderiliyordu.

Darülbedayi doğrudan göz altındaydı. Pandomim ve kantocular, melodram ve komedi oyunları daha çok azınlık milletlerden oluşuyordu. Türkler tuluatçı ve orta oyuncularıydı. Bu takım, suphanallah, ne demek istediğini öyle bir söylerdi ki, ne subaşı, ne kadı, ne yüce hakan kulakları bitmeden kulaklarının yendiğini anlardı.

Ne günlerdi o günler.”

Bir sesle gözlerimi açtım.

Ruhuna el Fatiha.

İlave üç de ihlas suresi okudum. Çıktım.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa