06 Ocak 2019 02:00

Darbe koşulları kesintisiz sürüyor

Darbe koşulları kesintisiz sürüyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkenin yakın geçmişi ‘on yılda bir’ yapılan askeri müdahalelerin, darbelerin yaşandığı büyük altüst oluşlar, acılar, sarsıntılar yaşatan süreçlerle anılıyordu. 12 Eylül darbesinden bu yana 39 yıl geçmesine rağmen bugün de darbe koşullarında yaşamayı sürdürüyoruz. 12 Eylül sonrasındaki iktidarlar eliyle sürüyor. Karşı devrim içinde karşı devrim yaşıyoruz sürekli. Fethullahçı darbe girişiminin ardından devletin tüm kurumlarını elinde bulunduran iktidar, ülkeyi cehenneme çevirmeyi sürdürüyor. Öğretmenler, akademisyenler görevden alınıyor, yazarlar, gazeteciler hapse atılıyor, muhalif gazeteler, televizyonlar kapatılıyor. Darbe girişimi sonrasını fırsata çeviren tek adam yönetimi karşı devrimini sürdürüyor.

Hakaretler, hedef göstermeler, itibarsızlaştırma çabaları, yargı eliyle yok etmeler, ırkçı cinayetler... İslami faşizmin devlet olmuş hali sürüyor.

Kendi aydınları, sanatçıları, kültür insanları olmadığından, olamadığından bizim aydınlarımıza, sanatçılarımıza saldırıyorlar.

Metin Akpınar, Müjdat Gezen ve Fatih Portakal’a açılan soruşturmaların ardından Cumhuriyet gazetesi yazarı ve Halk TV’de bir programa konuşmacı olarak katılan Mine Kırıkkanat’a da soruşturma açıldığı haberleri yansıyordu basına.

KORKUNUN YARATTIĞI SESSİZLİK

Bir insan ömrü kısalığındaki Cumhuriyet tarihinde yaşanan hafıza kaybında, geçmişe yönelik bilgisizlik ve ilgisizlikte yaşanan darbelerin çok önemli payı vardı. Darbelerin doğrudan toplumsal hafızayı silmeye, yok etmeye yönelik uygulamaların yanı sıra yarattığı korkunun ve ürettiği suç unsurlarının da payı büyüktür.

12 Eylül darbesi, kültür-sanat ortamlarını da, sinemayı da sonuçlarını otuz dokuz yıldır yaşadığımız biçimde kökten etkiler. ‘Gemisini kurtaran kaptan’, ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ felsefelerinin dayatıldığı ortamlarda, kültür-sanat ürünlerinde de kalitesizliğe verilen prim, sistemin kurumlarınca desteklenir, özendirilir. İktidarın gözde prenslerinin, toplum mühendislerinin, türedi zenginlerin, tüketim çılgınlığını kışkırtan medyanın egemen olduğu ve korkunun egemen olduğu ‘Çağ atlayan, ileri demokrasi’ Türkiyesi’nde sanatın da içi boşaltılmaya çalışılır, bir kültürsüzlük ve cehalet ortamı dayatılır.

‘Konuşan, çağ atlayan Türkiye’nin, gelinen yeni noktada ‘ileri demokrasi’nin anlamı bastırılmış, susturulmuş, geleceği karartılmış, kavramların içinin boşaltıldığı, karmaşa dolu bir Türkiye’dir. Toplumun, yaratılan bilgi kirliliğiyle gerçek bilgiye ulaşmasının önüne geçilmek istenir. Toplum kendi gerçek sorunlarından uzaklaştırılır. Televizyonda özel kanalların yaygınlaşması ve beyin yıkama programlarının çoğalması bu kirliliklerin üretilmesinde önemli bir işlev görür. Kalitesiz, düzeysiz magazin programları yayıncılığın ve beyin yıkamanın ana eksenini oluşturur; haber programları magazinleşir.

Devletin kendi söyler devlette devamlılığın esas olduğunu. Bu devamlılık da 12 Eylül 1980 sabahından günümüze kadar sürdürülür; devlet katında ve ‘sivil iktidarlar’ tarafından. Devlet her zaman olduğu gibi kendi darbecisini, işkencecisini, suçlusunu korur, kollar, yeri geldiğinde ödüllendirir.

Bu koşullarda unutturulmak istenenin yerini, yeniden hatırlanan/hatırlatılan şeyler alır. İçi boş, ağlak, duygu sömürüsüne dayalı nostalji edebiyatı devlet eliyle bastırılan, bilincin dışına itilmesi istenen şeylerin yerini alır. Unutma, yok sayma eğiliminin, yakın geçmişte yaşanan ve toplumsal travmalara yol açan tarihsel olaylar nedeniyle yorgun düşmüş, yılmış, umutsuzluğa kapılmış geniş yığınlarca benimsenmesi kolay olur. Toplumsal kurtuluş arayışlarının yerini bireysel kurtuluş çabaları alır.

12 Eylül sonrası, darbe koşullarında yaşanan yasaklamalar, muhalif kültür-sanat ürünlerinin (kitap, film, vd.) suç unsuru sayılması, sanatçının aydının suçlu gösterilmesi, dahası cezaevlerinde olması, 1980’lerin ortasına kadar toplumsal gerçekçi/muhalif ya da darbeyi sorgulayan filmler üretilmesinin koşullarını ortadan kaldırmıştı. Bu süreçte, yaşanan korku ortamı ve toplumun/sanatçının, yapımcının apolitikleştirilmesi de önemli bir etkendi.

Sinema da sessizdir bu koşullarda. 12 Eylül koşullarında yapılan ikisi de ‘Yılmaz Güney filmi’ olan Yol ve Duvar dışında sessizlik 1986 yılında Şerif Gören’in yönettiği, Sen Türkülerini Söyle (1986) filmiyle bozulur. Aynı yıl Zeki Alasya Dikenli Yol’u Zeki Ökten Ses’i, Ali Özgentürk de Su da Yanar’ı çekmiştir.

Darbe sonrası oluşturulan seçilmişlerin sisteminde, tüketim toplumunun ve iktidarın sunduğu nimetlerin cazibesine kapılan küçük aydınlar, aydınlar, muhalif bireyler saf değiştirebilmişlerdir. Çürüme toplumun her katmanında yaşanır. Sinemanın bunalımlı yıllarına denk gelen darbe ortamında sinema da payına düşeni alır.

27 Mayıs’ın getirdiği özgürlükçü ortam sinemaya yeni imkanlar sunarken, 12 Eylül darbesi toplumsal yapıyla birlikte sinemayı da, sinemacıyı da olumsuz etkilemiştir. 12 Eylül’ün baskıcı, özgürlükleri yok eden ve örgütlü yapıları ortadan kaldırmaya yönelik politikaları, filmlerin içeriklerine de yansır. 1980 sonrası ağırlıkla bireye, bireyin iç yolculuğuna yönelen sinema ortamında çekilen ilk 12 Eylül filmleri de cezaevinden çıkmış bireyin ‘eve dönüş’ sonrası hesaplaşmalarına yönelir.

Tüm olumsuz koşullara rağmen darbenin yarattığı toplumsal-bireysel dönüşümlere, bu dönüşümler sonucu oluşan ortama, insan ilişkilerine yönelik eleştiriler içeren filmler de yapılır, 1980’li yıllarda ve sonrasında. O yılların apolitikleştirilmiş ortamında bencilleşen bireylerin dünyasının yarattığı toplumsal-bireysel yıkımlar da yansır sinemaya.

Örneğin 1980-1990 yılları arasında yapılan toplumsal/siyasal eleştiriler içeren filmleri şöyle sıralayabiliriz: At, Banker Bilo, Zübük, Talihli Amele, Dolap Beygiri, Faize Hücum, Namuslu, Pehlivan, Züğürt Ağa, Bir Avuç Cennet, Çıplak Vatandaş, Yoksul, Değirmen, Bir Avuç Gökyüzü, Umut Sokağı, Selamsız Bandosu, Düttürü Dünya, Zengin Mutfağı, Karılar Koğuşu, vd.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa