14 Ocak 2019 00:15

Kulüpler satılacak, dertler bitecek mi?

Kulüpler satılacak, dertler bitecek mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Kulüplerin artık satılması lazım.”

Sık sık duyarız bu cümleyi. Sanki futbol yeterince ticarileşmemiş, futbol kulüpleri para babalarının oyuncağı değilmiş gibi, var olan sorunların çözümü için bir de “Kulüplerin satılması gerekliliği” öne sürülür. Kulüplerle halk arasındaki tek(ve aslında fazlasıyla yetersiz, fazlasıyla göstermelik) resmi bağ da koparsa işlerin düzeleceği iddia edilir.

Bu savın taraftarlarına göre kulüpler, dernekler statüsüne göre yönetildiği için gelip giden başkanlar yönettikleri şirketlerdeki hassasiyeti kulübe göstermiyor, iç denetimden kaçınabiliyor, sadece kendi dönemlerini düşünüyor ve kısa vadeli projeler istikrarlı bir yapının oturtulmasının önüne geçiyor. Hemen ardından da “başarılı” örnekler sıralanıyor Chelsea, Paris Saint-Germain, Manchester City gibi.

Konu hakkında son açıklamayı Başakşehir Teknik Direktörü Abdullah Avcı yaptı. Avcı, “Kulüplerin sahiplerinin olmasına karşı değilim. Bizim kulübümüz de bir şirket, sahibi ve ortakları var. Dünyaya da baktığımızda çok önemli liglerde önemli takımların sahipleri ve yabancı sermayeleri var. Umarım kulüplerin sahipleri olur. Başka sermayeler bu işin içine girerek oyunun ve oyuncunun kalitesini, ligin de Avrupa’da tanınırlığını yükseltir” ifadelerini kullandı.

Hem Avcı’nın açıklamalarını hem de “Kulüpler satılacak dertler bitecek” mantığını değerlendirelim.

Öncelikle Abdullah Avcı’nın şaibeli bir şirketleşme sonucunda kurulan bir kulübün teknik direktörü olduğunu hatırlatalım. Başakşehir, İstanbul Büyükşehir Belediyesinden “oldubitti” bir ihaleyle 7 milyon lira sermaye ve tamamı Erdoğan’ın yakını 8 ortağın bir araya getirilmesiyle kurulan kulüp. Kulübün bütün sponsorları aynı zamanda bir siyasi ajandanın takipçisi. O siyasi ajandanın yaranmaya çalıştığı politik figür ise kulübü hem bir kültürel hegemonya projesi hem de ekonomik yatırım aracı olarak görüyor.

Bu yatırımın hedefi kulübü Körfez, Çin ya da Avcı’nın söylediği gibi “yabancı” kim olursa birine satmak ve bundan maksimum kâr elde etmek. Sadece 7 milyon liraya, adeta gasbedilen bir kulüpten bu kadar kısa sürede böylesi bir kazanç sağlamak önemli tabii.

Başakşehir gibi herhangi bir tarihe, kitleye, kültüre yaslanmıyorsanız sorun yok. Ancak köklü kulüpler için bu dünyanın her yerinde önemli bir tartışma konusudur ve taraftarlar takımlarının kendilerinden daha da uzaklaşması anlamına gelecek bu “satış”lara her zaman tepki gösterir. Hele ki günümüz Türkiyesi gibi yalnızca belli siyasi bağlantıları olanlara, belli siyasi talepleri yerine getirenlere kapıların açıldığı bir ortamda “köklü kulüplerin satışı” furyası başlatmanın, bunun sözcülüğünü de aynı zamanda siyasi bir proje olan Başakşehir’in yapmasının sürpriz olmadığını söylemek lazım.

Diğer meseleye gelince... Kulüplerin iyi yönetilmesi, ekonomik bakımdan düze çıkması, şeffaf bir mali yapıya sahip olması vs.’nin “kulüplerin satılmasından geçtiğini” iddia etmek buna kanıt olarak da Manchester City’yi, PSG’yi göstermek hiçbir bakımdan inandırıcı değil.

Birincisi, Alper Öcal’ın Twitter’da hatırlattığı gibi her “başarılı” örneğe karşı Malaga, Parma, Rangers gibi başarısız pek çok örnek verilebilir.

İkincisi dernek olup aynı zamanda dünyanın en başarılı kulüpleri olan camialardan örnekler sayılabilir(Barcelona).

Üçüncüsü City, PSG gibi örneklerin başarılı olabilmek için UEFA’nın finansal fair-play kurallarını nasıl çiğnediğini belgeleriyle okuduk. Bu kulüpler, siyasi bağlantılarıyla hak ettikleri cezaları almamış olabilir ancak şu ana kadarki performanslarıyla kesinlikle verimli bir ekonomik yapı oluşturabilmiş değiller ve kulüplerin yüzde 99.9’unun bu mali kaynaklara sahip olmadığını düşünürsek kesinlikle uygun örnekler değiller.

Belli ki bu mesele tartışılmaya devam edecek biz de sonraki yazılarda daha derin tahlillere girişme fırsatı bulacağız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa