Ahmet Oktay'dan gelen telgraf
Şair C.Hakkı Zariç (solda)
Ahmet Oktay (sağda)
Fotoğraf: Ali Köprücü
Eğilip bükülmeye gerek yok, memleketin çeşitli dergilerinde şiirlerimin yayınlandığı yıllar, 1990’ların sonlarına doğru, nerden baksan yazıyorum. Elde avuçta ne varsa bulup okumaya gayret ediyorum ama içinde bulunduğum koşullarda şiir kitabına erişmek iyiden iyiye zor. Kitap yok mu? Var elbette; ama şiire ulaşmak güç. Neden? Ne zaman kolay oldu ki?
Milliyet gazetesindeki köşe yazılarını okuyorum Ahmet Oktay’ın. Sadece o mu?
Ne tuhaf ki, köşe yazılarından ibaret zannediyorum Ahmet Oktay’ı. Gençlik cehaletle bir arada yaşadığını fark edemeyecek kadar bıçkın olsa gerek. Bir olasılıklar silsilesi işte. Sanattan, edebiyattan, geçmiş zamanın izinden bahsediyor yazılarında; ne çok yazar çizer arkadaşı var diye düşünüp meraklanıyorum bir yandan. Bir de televizyonda çıkıyor arada bir, günün romanına, romancılarına fena şeyler söylüyor.
Nereden, nasıl oldu anımsamıyorum. Dönüp ilgilisini buluyor kitap da söz gibi. Yol Üstündeki Semender kitabı geçiyor elime. Ada Yayınları’ndan çıkmış. İlk baskısı 1987. Okudukça içimdeki alevi bir semendere emanet ediyorum. Walter Benjamin, İlhami Çiçek, Beşir Fuad, Cesare Pavese, Mayakovski, Zweig, Wolf ve daha niceleri bir tören geçidinde…
Dayanamadım, doğrulup bir mektup yazdım Ahmet Oktay’a. Durumu kısaca bildirdim, bulunduğum yerde kitabına ulaşma olanağım olmadığını haber ettim. Adres? Olacak gibi değil tabi, o zaman kitaplarını yayımlayan yayıncısına gönderdim mektubu ve beklemeye koyuldum.
Çok zaman geçmedi aradan. Hani telefonu olsa kısa mesaj atacak durumda değildim, mecburen bir yanıt bekledim o zaman içerisinde. Ulaşabileceğim tek olanağı kullanıp mektup yazmıştım nihayetinde ve yapmam gereken tek şey yanıt beklemekti…
Daha önce de mektup yazdığım birkaç şair olmuştu; ses çıkmayınca bunu sorun etmemeyi öğrenmiştim. Hem mektup nedir ki, yanıtsız bırakmak alışkanlığı olanları saymasak. Onlara da niye yazarsak, kuruyacağı varmış kalemin demek… Kurusun!
Yaklaşık bir ay sonra, yaz sıcağı akşamında bir telgraf tutuşturdular elime. Yıldırım telgraf. Normal, acele, yıldırım olarak çekilebilirdi telgraf o zamanlar. Bilmeyenler için yazmakta fayda var artık istediğin gün ve saatte ilgili kişiye verilebiliyor telgraflar.
Mektubumu yayınevinin çok geç ulaştırdığını, alır almaz telgraf çektiğini, elinde olmadığını ve ilk fırsatta edinip kitabı göndereceğini yazmıştı telgrafında Ahmet Oktay.
Öyle de oldu nitekim. Kısa süre sonra 1963-1991 yılları arasında yazdıklarını içeren Toplu Şiirler’i ulaştı elime. İmzalamıştı üstelik. Zarfın üstündeki yazıya, kitaptaki imzaya uzun uzun baktım ve adresini not ettim adres defterime. Hey gidi adres ve telefon defterleri zamanı…
Elbette bitimsiz bir senfoni niyetine okudum kitabı tekrar tekrar. Hâlâ başucu kitaplarım arasında olması ne büyük mutluluk…
Ankara’dan İzlek dergisinden arkadaşım Serdar Aydın da iyi bir Ahmet Oktay okuruydu ve onunla yıllar süren mektuplaşmalarımızda bir hayli yer tutmuştu şiirleri. Üstelik Ahmet Oktay şiiri hakkında yazılar ve bildiriler kaleme alıyordu Serdar.
Neden sonra kış güneşini ve yağıp yağmamakta kararsız kalan yağmuru arkada bırakıp İstanbul’a döndüğüm yılın baharında, Ankara’dan geldiği için gördüğü her martıya şaşkınlıkla bakan, Serdar’la buluşup Ahmet Oktay’ı ziyaret ettik.
O ziyarete dair değilse de yaşadığı yere, semte, mahalleye ve hatta o zamanki evine dair ayrıntıları Gizli Çekmece kitabında iyiden iyiye yazdığı için ayrıntılara girmeyeceğim. Tülay Hanım’ın tabloları vardı duvarda. İnanılmazdı…
Bir de evde yer kalmayınca Ahmet Hoca sahaf çağırıp kütüphanesinin bir kısmını verir, sonra dayanamaz verdiğinin iki katına aynı sahaftan geri alırmış kitapları…
Çaylar, kahveler, ucundan bir kadeh kanyak… Çok iyi ağırlandık, çok ilgi gördük evinde. Ahmet Hoca olanca kalenderliği ve sevecenliğiyle kucaklayıp yola saldı bizi. Daha sonra muhtelif zamanlarda telefonla aradım hatırını sormak için. Atatürk Kültür Merkezi’nde Tülay Hanım’ın bir sergisinin açılışında sohbet ettik, Hulki Aktunç’u uğurlarken konuştuk cami avlusunda… Sağlığının kötü olduğu zamanlar uzun sürmedi, omuzlayıp toprağa emanet ettik 2016 yılının 3 Mart’ında Ahmet Oktay’ı. Söz Acıda Sınandı adıyla bütün şiirlerini kapsayan kitabı da başucumda artık.
Bir edebiyat müzesine vermek üzere ayırdığım telgrafı, nasıl oldu bilmiyorum, kayboldu. Kaybettim. Hükümsüzdür, diyebilseydim keşke…
- Öteki-Siz 16 Ekim 2021 23:30
- Yazılıkaya Şiir Yaprağı 09 Ekim 2021 23:41
- Ayışığı şiir ve yaşam ısrarı 03 Ekim 2021 00:18
- Basın tarihimizden bir cimrilik hikayesi 26 Eylül 2021 00:09
- Pencere ya da penceye 19 Eylül 2021 00:05
- Suzy Storck ile kanat hareketleri 11 Eylül 2021 23:40
- Yanlış kokan dizeler 05 Eylül 2021 00:28
- Doğan Ergül’e mektup 31 Temmuz 2021 23:41
- Ahmed Arif’in saklı kitabı 17 Temmuz 2021 23:44
- Kutlu Adalı’ya mektup 10 Temmuz 2021 23:59
- Dönemeç’teki tanıdık insanlar 27 Haziran 2021 00:20
- Sennur’a durum mektubu 13 Haziran 2021 00:16