Fırat’ın doğusunun doğusu!
Irak Kürdistan bölgesinde Türk savaş uçaklarının hava bombardımanı sonrası yaşanan olaylar, bize bir gerçeği bir kez daha gösterdi. Türkiye egemenleri bugün giderek daha fazla bölgesel bir karakter kazanan Kürt sorununu, savaş-müdahale yoluyla çözmeye çalıştıkça sorun daha içinden çıkılmaz/çıkılamaz bir hale geliyor. Erdoğan iktidarı “Fırat’ın doğusuna ha girdik, ha gireceğiz” derken Irak Kürdistan bölgesinin Duhok kentinde yaşanan olaylar, gelişmeleri az-buçuk takip eden herkese “bir de Fırat’ın doğusunun doğusu var” dedirtiyor!
Önce yaşananları kısaca hatırlayalım. Geçen hafta Türk savaş uçakları Irak Kürdistan bölgesinde PKK’ye yönelik bir hava operasyonu gerçekleştirdi. Duhok’un köylerini de kapsayan bu hava bombardımanında iki sivil yaşamını yitiriyor. Operasyonda sivillerin yaşamını yitirmesi üzerine Duhok’un Amediye ilçesine bağlı Şeladize kasabasından bir grup Sire’deki Türk askeri üssüne yürüyerek protesto gösterisi düzenliyor. Askeri üsten göstericilere de ateş açılıyor ve bir sivil daha yaşamını yitiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, yaptıkları açıklamalarda yaşanan olayları “PKK provokasyonu” olarak değerlendirseler de Irak Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisini çağırarak yaşanan olaylar nedeniyle Türkiye’yi kınayarak nota veriyor.
Erdoğan iktidarı cephesinden yapılan “Halkın PKK’nin provokasyonuna gelmesi” açıklamaları, aslında ısrarla göz ardı edilen/edilmek istenen durumu da açıklıyor. PKK, yerel halk içinde belli bir düzeyde destek görüp etkinlik sağlamış durumda. Dolayısıyla “terörle mücadele” adı altında yapılan operasyonlar yerel halkı da vuruyor; PKK’ye yönelik hava operasyonlarında köyler bombalanıyor ve sivil kayıplar yaşanıyor. Duhok’taki olayların yaşanmasına yol açan son bombardımanda olduğu gibi.
Burada Irak Kürdistan bölgesinde PKK’nin halk içindeki etkinliğinin artmasında özellikle 2014’ten sonra IŞİD’e karşı mücadele sürecinde takındığı tutumun önemli bir rol oynadığını hatırlatmak gerekiyor. Özellikle Peşmerge güçlerinin yüzüstü bıraktığı Şengal gibi bölgelerde…
Böylesi bir tabloda askeri seçenekte ısrar etmek, Türkiye’nin kaçınılmaz bir şekilde operasyon bölgesindeki halkı da karşısına almasına yol açıyor. Dolayısıyla Türkiye egemenlerinin kendi Kürt sorunlarını çözmek adına giriştikleri her müdahale sorunu daha geniş bir coğrafyada ve daha büyük ölçekli bir sorun olarak yeniden üretiyor. Duhok’ta yaşananlar bu gerçeğin çarpıcı bir fotoğrafı olarak önümüzde duruyor.
Mesela Irak Kürdistan bölgesinin daha da doğusunda İran Kürdistan bölgesi bulunuyor. Ve orada da Öcalan çizgisinde faaliyet yürüten PJAK var. 2012’den beri PJAK ve İran rejimi arasında zaman zaman çatışmalar yaşansa da gayri resmi bir ateşkes uygulanıyor. Erdoğan iktidarının tehdit tanımına göre, İran sınırları içindeki örgütü de Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturan bir yapılanma olarak görmek ve daha önemlisi yarın öbür gün oraya da müdahale etmek gerekiyor.
Oysa daha 2010’da dönemin Genelkurmay Başkanı Başbuğ, mesele askeri yöntemlerle çözülseydi o güne kadar PKK’nin 5 defa bitirilmiş olması gerektiğini söylememiş miydi? Herhalde hiç kimse Başbuğ’un sorunu askeri yöntemlerle çözme konusunda bugünkü iktidardan daha az hevesli olduğunu söyleyemez. Üstelik 2011’den sonra özellikle Suriye’ye müdahale girişimlerinin ardından Kürt sorunu tarihinde olmadığı kadar uluslararası bir karakter kazandı ve Öcalan çizgisi de bu süreçte Kuzey Suriye başta olmak üzere bölgedeki güç ve etkisini de büyük oranda arttırıp uluslararası güçler tarafından muhatap alınır hale geldi.
Sonuç olarak, bir kez daha belirtelim: Türkiye’deki iktidarın Kürt sorununu terör sorununa indirgeyip askeri yöntemlerle çözme politikası, sorununu daha geniş bir coğrafyaya yayıp içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramıyor. Adına “ PKK provokasyonu” ya da ne derseniz deyin, Duhok’ta, Irak Kürdistan bölgesinde de halk eğer size karşı gösteri yapıp askeri üssünüze yürüyorsa yaptığınız operasyonun sorunu çözmeye hizmet ettiğini kim iddia edebilir?
Bu operasyon-müdahalelerin Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerinde gerilimi tırmandırıp yeni tehditler yaratması da meselenin göz ardı edilemeyecek bir diğer boyutudur.
Burada sorulması gereken soru şu: Sorunu daha geniş boyutta yeniden üretmekten başka işe yaramıyorsa-ki yaşanan gelişmeler bunu gösteriyor- iktidar neden askeri seçenekte ısrar ediyor?
Evrensel'i Takip Et