‘Muz cumhuriyeti, Şemşamer prensliği’ meselesi (4)
Kirvem,
Şu benim biçare zekamın zerre kadar akıl sır erdiremediği sürü sepet meseleler yumağına her geçen günün ardından bir yenisi gelip eklenince, zaten olmayan huzurum hepten kaçarken, öte yandan da belki de farkında olmadan boy aynamın karşısına geçip, bed, berbat sesimle kendi kendime Orhan Gencebay’ın bir zamanlar dillerden düşmeyen “Bir Teselli Ver” şarkısındaki dizelerinden birini nemli gözlerimle nedense mırıldayıp duruyorum:
“...Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum,
Ömür boyu bitmeyen derdimle yorulmuşum...”
Evet Kirvem... senin de bildiğin üzere şu kırtıpil aleme yüce Tanrı’nın birer naçiz kulları olarak “cee..” avazıyla ayak bastığımız ilk andan itibaren kimilerimiz, “kader”imizin cilvesiyle elimizde olmadan “acıların tiryakisi” kesilirken, kimilerimiz de “alın yazımızın hükmünce” el bebek gül bebek yaşayıp, akabinde de günün birinde veya gecenin bir vaktinde “Meçhulistan Diyarları”na doğru yelken açıyoruz...
Öyle ya da böyle; gerçek olan şu ki, zaman tünelinin girdaplarında yine kimilerimiz ayaklarımıza geçirdiğimiz sağlam botlarımızla, çizmelerimizle dağları bayırları rahatlıkla aşarken, buna rağmen bir kısmımız da yalın ayak, başı kabak düz ovada şaşırıp, kimilerimiz de nerden peydahlandığını, kapımızı nasıl çaldığını bilemediğimiz bir sevdanın kölesine dönüşüp, “aşk ateşi”yle yanıp tutuşuyoruz...
“...Gülemem sevgilim ben sensiz ah ah ah,
Yaşayamam yaşayamam...”
0rhan Baba sözüyle, sazıyla, bestesiyle hayat verdiği bu eseriyle belki de tıpkı Mecnun’un Leyla’ya, keza Ferhat’ın Şirin’e olan aşkından esinlenip, böylece sevgilisine, “sensiz yaşayamam...” satırlarıyla seslenip duygularını paylaşırken, aynı zamanda da kendi gönlünce aşka methiyeler diziyor...
Kirvem, yine malum olduğu üzere aşk konusu tıpkı “fil” misali neresinden tutulursa tutulsun tarifi sanki mümkün olmayan başlı başına bir “mesele!”. Üstelik bereketli tohumlarının, tomurcuklarının hangi fi tarihinden itibaren gökyüzündeki yıldızlar gibi bu diyarlara savrulup, nasıl kök saldığı meçhul ama, işin bu kısmını es geçip asıl meselemize, yani ülkemizin şu anda içinde bulunduğu manzaraya dönersek; bu bapta, tam da şu günlerde iktidarıyla, muhalefetiyle yerel seçimler nedeniyle ortalıkta koparılan vaveylaya bakılırsa; görünen o ki, içinde yaşadığımız bu ahvalde Kerem ile Aslı’nın, Romeo ile Juliet’in aşklarının esamesi zaten okunmazken, diğer taraftan yüreklerimizde bitip tükenmeyen, kalplerimizde çok şükür giderek yoğunlaşıp artan, hiç mi hiç eksilmeyen “vatan, millet, devlet” aşkımız her zamanki gibi baki!
Nitekim sadece meftunu olmakla yetinmeyip, ayrıca “pervane” gibi çevresinde dolanıp kor ateşiyle yandığımız bu “yerli ve milli aşk”ımızın sarhoşluğuyla mest olurken, buna rağmen ne hikmetse her defasında nedense illa da “Muz cumhuriyeti değiliz” diye babalanırken beri yandan da gerek yerel, gerekse bilumum seçimlerde demokrasi adına sandıklarda kullanılan oyların ne anlam taşıdığını, hangi niyetle kimlere gizliden gizliye ne tür mesajlar ulaştırıldığını, ayrıca bu oyların tansiyonu ölçülüp, röntgeni çekilip, özellikle de kan değerlerinin yanı sıra, keza hücre dokularının tahlilleri yapıldığında hangisinin Muz cumhuriyetinin, Şemşamer prensliğinin “beka”sına yönelik “haince planlar” içerdiğini belirleyen bu işin ehli, işinin piri uzman kadrolar peşinen bunun kararını iki dudakları arasından verdikleri “fetvalar”la lütfedip ayan beyan açıkladıklarına göre, eh o zaman vatan sathında kapımızı çalan, eşliğimizi “demokrasi aşkıyla” aşındıran her seçim bittabii ki başımızın tacı, gönlümüzün sultanı Kirvem!
Evrensel'i Takip Et