6 Şubat 2019

Seçimlere giderken, rejim siyasetinin sağı, solu

“İki yıl önce karşısında bulunduğumuz olayların en önemlisi Şeyh Sait ayaklanması ile beliren eylem değildi. Asıl tehlike memleketin genel yaşantısında meydana gelen karışıklıktı, anarşik durumdu. Bu, memleketin birçok zamandan beri politik yaşantısına musallat olan başlıca derttir. Memleketin gelişip ilerlemesine ve samimi düzeltme isteklilerinin bütün çabalarına engel olan budur. Ve bu, küçük çıkarları işletmeye alışmış soysuz aydınlarla, vicdan özgürlüğünü başkalarının vicdanına saldırmak için araç sayan politikacıların faaliyetleridir. (...) Aldığımız tedbir, yalnız doğudaki davranışın değil, memleketin gelişip ilerlemesine başlıca engel olan sosyal düzendeki karışıklığın ortadan kalkmasını da sağlamıştır.”1

1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Yasası’nın yürürlük süresinin iki yıl daha uzatılmasının görüşüldüğü Mecliste dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün bu sözleri, Türkiye’de rejim siyasetinin köklerini anlamak bakımından fikir vericidir.

Bir asra yakın bir zaman sonra, Türkiye yerel seçimlere giderken, ‘tek adam’ rejimi etrafında kurulmuş olan AKP-MHP ittifakının karşısında, CHP’nin İYİ Parti ile açık bir ittifak, HDP ile ise belli kentlerde örtük ve ilan edilmeyen bir ilişki düsturunu benimsiyor olması tartışılırken, bunu Kemal Kılıçdaroğlu ve etrafındaki ekibin ufkunun sınırlarıyla açıklamak, meseleyi fazlasıyla günümüz ile sınırlıyor ve kişisel ilişkilere hapsediyor. Kılıçdaroğlu ve ekibinin davranış silsilesinin ardında köklü bir tarihsel tecrübe var.

Kılıçdaroğlu’nun bugün oturduğu koltuğun ideolojik kodlarının belirlenmesinde, yukarıdaki konuşmayı yapan İsmet İnönü’nün çizdiği rejim hassasiyetleri önemli bir yer tutuyor.

Bir başka tarihsel referans noktası, geride bıraktığımız hafta yıl dönümü olan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de katledilmesidir. Sovyetler Birliği’nin, Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşına verdiği açık desteğe rağmen, 28 Ocak 1921’de gerçekleşen bu katliam, Türkiye burjuvazisinin yönelimlerini ve rejimin ‘kırmızı çizgilerini’ gösteren bir pratiktir aynı zamanda.

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu kurmaylığındaki CHP de, aradan geçen zamanın çeşitli etkileri ve içindeki görece farklı seslere rağmen, devletin içinde doğmuş bir ‘sosyal demokrasi’ tecrübesi olarak bu mirasın devamında hareket ediyor. Bugün HDP’nin eş genel başkanları, milletvekillerinin cezaevinde olmasına yol veren dokunulmazlıkların kaldırılması kararına CHP’nin verdiği onay da, CHP’nin HDP ile açık bir seçim iş birliğine dair derin endişeler taşıması da, devraldığı siyasi bakiyenin ruhuna uygundur.

Bugün ‘Cumhur İttifakı’, bazı konulardaki kimi endişelerle birlikte Türkiye burjuvazisinin önemli bir kesiminin desteğiyle yürürken, CHP’nin temel olarak sağa meyilli ittifak siyaseti ile kendini bir seçenek haline getirme çabası, Türkiye’nin ‘tek adam’ rejimini zayıflatma imkanlarına dair tartışmanın da kritik bir noktasında duruyor.

CHP’nin tarihsel mirası ve sınıfsal tercihlerinin belirlediği sınırlarının, Türkiye’nin ‘tek adam’ rejimi karşısında ezilmiş olan demokrasi beklentilerine güçlü bir nefes aldırabilecek çerçeveye sahip olmadığını görmek zor değil. Ancak daha iyi bir yarın için, bugünden görece iyisinin bir basamak oluşturabileceği gerçeği, kritik il ve ilçeler bakımından CHP’nin adaylarında bir beklenti yoğunlaşmasına da doğal olarak yol açıyor.

Peki bunun sınırı nedir? İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Bizim aday çıkarmamız durumunda belediyenin HDP’li olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Madem Iğdır’da HDP ile yarışacak bu sistem, biz Iğdır’da aday çıkarmayacağız. Bu yüzden AKP veya MHP’li bir belediye başkanının olmasında sakınca görmüyoruz” sözleri ölçünün bir tarafına dair pratik bir yanıtı kendiliğinden içeriyor zaten. Türkiye’nin hem demokratik sorunları karşısında, hem de sınıfsal bakımdan AKP ve MHP’nin ‘beka’ çizgisinin bir türevi olan böyle bir siyasetin güçlenmesi, ‘tek adam ittifakı’nın geriletilmesi olarak görülemez. O nedenle, parlamento dışındaki güçler, İYİ Partinin adaylarının olduğu yerlerde, üzerinde ortaklaştıkları adaylarla, doğru bir siyaseti güçlendirmek konusunda atılgan davranmalıdır.

Emek ve demokrasi güçlerinin oluşturduğu çeşitli yerel platformların ortaya koyduğu yerel yönetim anlayışlarıyla birlikte davranmayan CHP adayları karşısında da, parlamento dışındaki güçlerin, kendilerini siyasal bir baskılanma altında hissetmemesi gerekir.

Tamamen bir şirket mantığına indirgenmiş belediyecilik anlayışlarının karşısında ‘Ben halkla yöneteceğim’ demek ikna edici bir gerekçe olamaz. Seçime girip de böyle demeyen bir parti var mı? Kapitalizmi karşısına almayan hiçbir programın çevre ve doğa tahribatı karşısında tutarlı davranması, belediyenin yönetimi ile belediyecilik hizmetlerinin dağıtımı açısından gerçek anlamda halkçı bir pratik sergilemesi beklenemez.

Tam da bu nedenlerle, ‘iktidar ittifakının geriletilmesi’nin öncelikle doğru bir siyasetin güçlenmesiyle mümkün olabileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir.

1 Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri 1924-1930, s. 22

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et