14 Şubat 2019

Patlıcan, domates, biber ve bir de “bir mermi”!

Karşı karşıya konduklarına ve tercihin mermiden yana yapılması istendiğine, anlayabilme yetisine sahip her Türkiye vatandaşı gibi “dünya alem” de tanık oldu.

İstenen, aslında bir “tercih” de değil yeme içme talebinde bulunanların yaşam maddeleriyle başlıca işlevi öldürmek -yani yaşam denen süreci sona erdirmek- olan araçlardan biri arasında seçim bile yapmadan kendilerini ikincisinden yana olmaya mecbur hissetmeleridir. Yani ortada tercih bile değil bir dayatma vardır. Dinleyici ve izleyiciler başta olmak üzere insanların bir bölümünün “milli hisleri”(!) beslenme zorunluluklarıyla kavgaya sokularak sağlanabileceği düşünülen politik destek, insan soyunun en temel en zorunlu güdülerinin reddi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ama gel gör ki, insani olanı değil sadece canlı oluşu ifade eden ne ve kim varsa, hava, su ve ışığın yanı sıra yeme içme, barınma vs. ihtiyaçlarla bağlıdır ve yaşamını ancak bu ihtiyaçları kısıtsız = yani gerektiği ve yettiği kadar edinerek sürdürebilir. Bu ne yeni bir durumdur ve ne de “nifak”çıların, ya da devletin Bahçeli’sinin tehdit dolu söylemiyle aktüelleşen “zillet”cilerin işidir.

İnsan soyu, insanların bireyler ve topluluklar halinde yaşamaya başladıkları tarihin on binlerce yıl önceki zamanlarından beri, bütün öteki yaşam güdülerinden önce yaşamlarını olanaklı kılacak maddeleri edinmek için uğraşıyorlar. Ve yine gerçek o ki, insanların temel yaşam gereksinmelerini karşılamak, yani yaşam maddelerini elde etmek için üretmekle zorunlu olmaları, ama üretenlerin kendilerinin kendi ürettiklerine belirli bir ödemede bulunmaksızın sahip olmaları olanaklarının ellerinden alınması nedeniyle başlayan kavga bin yıllardır devam ediyor. Bu bin yıllara yayılan insanın insani yaşam kavgası, üretim araçlarını mülk edinenlerle, o araçları kullananlar arasında sürüp gitmeye devam ediyor. Üretenlerin (eski zamanlarda kölelerin, ardından serflerin ve kapitalizm ile birlikte işçilerin) ürettikleri toplumsal zenginliğe sahip olamamaları, ihtiyaçları olan beslenme, barınma ve diğer çeşitli ürünleri ancak çok sınırlı elde etmeleri ya da hiç edememeleri, mülk sahibi sınıfın örgütlü aygıtını işleten bu aynı sınıfın temsilcilerinden talepte bulunmalarına yol açmıştır. Buna karşı olarak üretim araçlarını ve birikmiş toplumsal zenginliği özel mülkiyetleri haline getiren egemen sömürücü sınıf ve onların askeri-politik temsilcilerinin tutumu ise, toplumun sömürülüp ezilen büyük çoğunluğunu bir yandan baskı altına almak diğer yandan “toplum çıkarı”-“millet menfaati”-“ülke yararı” propagandasıyla en aza “kanaat getirecek” hale sokmak olmuştur. Bahçeli-Erdoğan şimdilerde bunu “Bekaa” ve onu sağlayacağı söylenen “mermi” merkezli nutuklarla sürdürmektedirler. 

Ama insanlar meydanlara çıkmış ve toplu halde “patlıcan, domates, biber” alamamaktan şikayet ediyorlarsa, egemen politikanın açmazları çoğalmış, iktidar dayatmasının tahkim sütunları sarsıntı geçiriyor demektir. Pahalılıktan söz etmenin, fiyat artışını eleştirmenin, ekonominin kriz içinde olduğunu söylemenin baskıya hedef olma nedeni haline geldiği bir ülkede, iktidar başının kendisini dinlemeye ve fakat taleplerini de haykırmaya gelenleri “provokasyon yapmak”la suçlaması, seçim sonuçlarıyla ilgili tahminlere konu olmasının ötesinde, “yığınlar”ı artık eskisi gibi sürükleme gücünün darbe yediğini gösterir. Her ne kadar, seçmenlerin yarısı ve aile nüfus yoğunluğu itibariyle nüfusun çoğunluğu “Bekaa düşmanı hain” cephesinde gösterilip yandaş topluluklar “bir arada tutulmak” istense de, yaşama hakkı ve güdüsüyle öldürme araçları arasında tercih yapma zorunda bırakılmayı, ülkenin bugünkü durumunda kabul edecek ve “emre boyun eğecek” olanların sayısı giderek azalmaktadır. 

Ve bu durum ve çelişki; yani temel yaşam gereksinmelerine yeterince sahip olmayan ya da ancak ölmeyecek denli sahip olanlarla, emek gücünün sömürülmesinden sağlanan kaynaklardan aldıkları büyük payla saraylarda, villalarda, malikanelerde har vurup harman savuranlar arasındaki “mermi mi yoksa domates biber mi?​” çatışması, geleceğin ne türden kurulacağının yanıtını da oluşturacak denli önemlidir. Bu yanıtın eninde sonunda işçi ve emekçiden, onun ihtiyaçları değil sadece gerçek çıkarları ve kurtuluşundan yana verilmesinin maddi koşullarıyla sosyal güçlerinin giderek daha fazla olgunlaştığı günümüzde, iktidar partisi ve yöneticilerine malzeme sağlama bürosu gibi çalışan ve kendi taraftar kitlesinin “kafasını karıştırma”da emsal tanımayan bir ‘muhalefet partisi’nin “aynı gemi!” manipülasyonuyla yardıma koşması da, sisteme nefes boruları uzatma çabalarına rağmen kurtarıcı olmayacaktır. Ülkenin de, bütün uluslar ve ulusal topluluklardan sömürülüp ezilen toplumsal kesimlerin de neoliberal ekonomi politikaları uygulayarak; özelleştirme, işten atma, grev ve gösteriyi polis zoruyla engelleme ve dağıtma, düşük ücret ve maaş dayatma, muhaliflerini hain ilan ederek susturmaya ve teslim almaya çalışma, yandaş holdinglere milyarlar aktarma, rant dağıtım merkezleri oluşturarak zayıf kişilikleri satın alma politikalarıyla tanınmış bir siyasal iktidarı geriletecek tutum ve politikalara ihtiyacı vardır. Seçim sonuçlarının bir anlamı da merminin mi, zorunlu yaşam araçlarının mı kazanacağı olacaktır. Çünkü ülke ne işgal altındadır ne de yemeden içmeden vazgeçmek için bir sebep vardır. Aksine daha iyi yaşam koşulları için mücadele şarttır ve bu da emperyalist gericiliğe ve onun işbirlikçiliğinden asla vazgeçmeyen hakim sınıf ve iktidarına karşı mücadeleyi gerektirmektedir.

Evrensel'i Takip Et