‘İhraç fazlası demokrasi’ meselesi (1)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Şu sıralar ülke sathında gelişen, her geçen günün ardından giderek daha da artan tatsız tuzsuz olaylara bakılırsa; anlaşılan o ki, bir vakitler dillere destan “her yol Roma’ya çıkar” deyiminin pabucu çoktan dama fırlatılıp, bunun yerine memleketimizde hangi taşın altını veya hangi ağaç kavuğunu yoklarsak yoklayalım, hangi patikaları ya da “duble yolları” izlersek izleyelim, eninde sonunda karşımızda Roma’yı değil, tam aksine bula bula Edirne’den Kars’a, Samsun’dan Adana’ya, Diyarbakır’dan İzmir’e varıncaya kadar yurdumuzun hemen her tarafını salkım saçak saran sorunlar yumağını buluyoruz!
Nitekim bir zamanlar, yani yaklaşık on sekiz yıl önce demokratik, laik, sosyal hukuk devletimizin yasaları gereğince adı güzel, söylemi kulaklarımıza hoş gelen, öncelikle de “Adalet ve Kalkınma”yı şiar edineceklerini beyan eden siyaset erbabını oylarımızla seçip ardından da “yürü ya kulum” diyerek Ankara’ya, milletimizin yüce Meclisine postalamamızın hemen akabinde, hani eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, bu zatı muhteremler de bir an önce Evropa Birliğine “seccadelerini” sermekten yana olan performanslarıyla yolumuzun tez elden Roma’ya çıkacağını umut ettiler ama, evdeki hesaplarımız Roma’nın yollarından geri dönerken, diğer yandan da heveslerimiz ne yazık ki kursaklarımızda düğümlenip kaldı...
Yıllar yılı kovaladığımız halde Roma sevdamızın giderek hayale dönüşmesini belki de bir türlü hazmetmeyip ya da bunun kompleksi içinde bocalarken, bu kez de “Allah boş duranı sevmez” itikadımız mucibince, nereden nereye bulup buluşturduğumuz bir bahaneyle birdenbire Suriye’ye, bizim diyarlarda elhamdülillah bolca bulunan demokrasi kültürümüzün hiç olmazsa bir miktarını hani deyim yerindeyse zorla ihraç etmeye kalkışınca, galiba farkında olmadan bir çuval inciri de affedersiniz sanki bilmem neye çevirdik...
Üstelik seneler senesi koynumuzda el bebek gül bebek besleyip, arada bir de tokatlayıp durduğumuz gül yüzlü demokrasimizden sadece çeyrek porsiyonluk bir kısmını ihraç etmekle yetinmeyip, hatta kendi keyfimizce tüm komşularımıza da insanlık adına, din kardeşliği uğruna sebilullah, bile bedel “hibe” edeceğiz diye diretince, Roma’nın asfalt yollarının yerine Şam çöllerindeki kum fırtınalarıyla baş başa kalacağımızı nereden bilebilirdik ki!..
Olan oldu... şimdilerde Şam’ın şekerinin boğazımızı yakan kekremsi tadından, pasından kurtulmanın dermanını arayıp duruyoruz ama, dünden bugüne dönüp baktığımızda, el aleme bir bakıma zorla, bir nevi “ihraç fazlası” diyerek dayattığımız demokrasimizden “bakiye” kalan bir gıdımlık bölümünü de tümüyle kaybetmemek için, henüz ne olduğuna bir türlü karar veremediğimiz “beka” masalıyla savuşturmaya çalışırken, diğer taraftan da beceriksizliğimizin, içine saplandığımız bataklığın faturasını, “bir tek kurşun”un hesaplarıyla halı altına süpürmenin yollarını nafile yere arayıp duruyoruz... Devam edeceğiz Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30