21 Haziran 2011 09:02

Başkalarının hayatı, başkalarının siyaseti

Başkalarının hayatı, başkalarının siyaseti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yaşamak bazen nefret suçudur. Nasıl mı? Örneğin bir trans birey sokakta öldürülürken siz bacak bacak üstüne atıp “oh olsun” dercesine televizyonunuzdaki uyduruk diziyi izliyorsanız, bu bir suça ortaklıktır. Türkiye, tarihi boyunca birilerine uyguladığı şiddeti o insanların kimlikleri nedeniyle hak ettiğini bize düşündürmüş bir ülke. Bu ülkenin sokaklarında kadınlar kısa etek giydiklerinden, Kürtler yeterince Türk olmadıklarından, geyler evlenip çoluk çocuğa karışmadıklarından, Ermeniler Müslüman olmadıkları için total bir sınavla karşı karşıyadırlar. Onların şiddetle karşılaşmaları politik bir mevzudur, insani değil. Bu algıyı yaratan da toplumsal linç kültürümüzü meşrulaştıran belirli temellerdir.

Bir süre önce “Das Leben Der Anderen” -Başkalarının Hayatı- filmini bir kez daha izledim. Doğu Almanya’nın, Berlin Duvarı öncesinin polis devlet uygulamalarını içeren filmde baştan sona bugün Türkiye soluna uygulanan şiddeti gördüm. Mazlum ideolojisinin zalimleşmesinin ne gibi sonuçlara yol açabileceğini de. Bilmeyenler için, edebiyatçı bir entelektüel ve aktris partnerinin dönem iktidarınca iki polis tarafından sürekli olarak dinlenmesi ve evde yaşanan her şeyin pür bir gizlilikle yapılması filmin ana teması. Film, Big Brother diye tanımlanan veya Türkiye tipiyle söylersek Biri Bizi Gözetliyor diyebileceğimiz mantığın dönemsel tezahürü idi.

Her muktedir kendi ötekisini yaratmakta gecikmez. Meşruiyet alanını bir başkasının üstüne kurgular ve bu meşruiyet üstünden hareket eder. Bir hafta içerisinde göz altına alınan ÖDP’lileri ben sayamadım. Önder İşleyen’i hedef alan saldırının sonsuz aymazlığını anlayabilmiş değilim. Bizi biz yapan değerleri, sol içi dayanışma duygusunu ne zaman kaybettik, entelektüellerimizi ne zamandır bu kadar hızlı biçimde kurban ediyoruz, bilemedim. Evet, Ahmet Şık ve Nedim Şener’den bahsediyorum. Sosyal medyada ya da başka ortamlarda, hatta ötekiliğin, itilmişliğin dibine vurmuş gazetelerin en üst makamlarında bile “Ben Ahmet ve Nedim konusunda mütereddidim” diyenler otururken buradan oturup medya ile ilgili bir şeyler yazmak bana çok anlamlı gelmiyor.

Evrensel’deki yazılarıma baktığımda gördüğüm tek şey “haysiyet” kelimesine verdiğim değer oldu. Bu haysiyetin ne anlama geldiğini Ahmet Kaya’nın mezarına gidip günah çıkarmaya çalışan Amiral Gemisi’nin eski genel yayın yönetmeninden ya da polis-devletin hatta açıkça polis muhbirlerinin gazetesinde çatır çatır yazı yazan Perihan Mağden’den öğrenemeyeceğimizi söylemek isterim. Gazetecilik kadar okurluk da bir mide ve haysiyet meselesidir.
Geçtiğimiz günlerde girdiğim bir yüksek lisans değerlendirme sınavında WikiLeaks’in gazeteciliğin felsefi yapısına etkisi sorulmuştu. Verdiğim cevap, ağababalara, paralı çocuklara, matbaaların çıkarlarına, her yıl aralık ayında çıkarılan çok örtülü ödeneklere muhtaç olmamaktı. WikiLeaks elbette “gazetecilik” yapmıyordu, o politik bir özne olarak görevini yerine getiriyordu.

Bugün hepimizin politik özneler olarak farklı sorumlulukları var. Farklı gazete ya da dergilerde elbette karşılaşırız; ama veda ederken köşenin kendine özgü selamı olma özelliği taşıyabilecek Subcomandante Marcos cümleleriyle veda etmekte fayda var:
“Marcos, San Fransisco’da bir gey, Güney Afrika’da bir siyah, San Ysidro’da bir chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Mexico City’nin teneke mahallesi Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rocker, Almanya’da bir Yahudi, Savunma Bakanlığında bir uzlaştırıcı, Soğuk savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi, ne müşterisi olan bir sanatçı... Bosna’da bir barışçı, Meksika’nın herhangi bir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen sendika CTM’de grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat 10’da metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı, ne okuyucusu olan bir yazar ve tabii Güney Doğu Meksika dağlarında bir zapatacı...”
Tüm dünya ülkelerinin dağlarındaki o cesur çocuklara selam olsun!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa