17 Şubat 2019 23:00

Şiir/ Mimarlık (3) (İçi olmayan yapı mimarlık yapıtı mıdır?)

Şiir/ Mimarlık (3) (İçi olmayan yapı mimarlık yapıtı mıdır?)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İçi olmayan bir yaratının mimarlığın konusunda olmayacağı tartışması, burada varılan iç- dış ilişkisi tartışması, daha bilinen bir deyişle, öz- biçim tartışması yalnızca mimarlıkta mı? Mimarlıkta olduğu gibi, içi olmayan, yalnız biçim çabasında bir şiir çabası, olsa olsa bir iç eğitim konusu olabilir. 

Evet mimarlıkta da şiirde de iz- biçim ilişkisi önemli... Mimarlıkta, görselliğinden ötürü, bunu kolayca görebiliyoruz. Bana göre, gerçek ozan da, en boğuntulu, en karmaşık, en sisli dönemlerde bile olgunun bu gerçeğinden kopmamalıdır. Mimarlıkta da, şiirde de, biçimle, süsle, kısa günde alkışa ulaşma yolları her zaman kullanılmıştır. 

Adolf Loos’un mimarlığa değin bir görüşünü anımsıyorum. Ona göre, eğitimsiz insanlara karşın aydın kişilerin beğenileri yüksek ve soyut düzeyde olmalıydı. Bu nedenle de süslemelere gerek yoktu. (mimarlıkta süsleme- dekorasyon- genellikle bir yapı yanlışını gizler... Şiirde de öyle...) 

Bu açıdan geriye dönüp baktığımda şiirimizde, süse karşı böyle bir anlayışı yalnızca Nazım Hikmet’te buluyorum. Nazım Hikmet’in Süleymaniye üzerine öz- biçim değerlendirmesi bu konudaki bilincini sergiler. Biçimi öne almayan, onu aşan kaygıları olan ürünlere kavramak da kolay değildir, böyle olmayanlara göre... Çağdaş kültürü özümsemiş, dilini, çağdaş yaratıcılıkta tutarak geleceğe bakan şiir de, mimarlık da tümüyle algılanabilmek için okuyucudan- izleyiciden- bir ön hazırlık, altyapı isterler. Çünkü ikisinin dili de bütün zamanları içerir, ancak böylece geleceğe uzanırlar... Şiir de, mimarlık da duygunun eğitimidir. Duygu, düşünce üreterek ayrıntıların ötesinde asıl gerçeği yaratırlar. 

Mimarlık, kapının, pencerenin, duvarın- tabanın- tavanın, taşın, tahtanın üstesinde, bir bakıma bunları unutturarak var olur. Şiir de onu oluşturan tek tek sözcüklerin üstesinde bir “oluş”tur. Kısacası eğretimle her iki alanda da geçerlidir. 

Şiirin de, mimarlığın da yapıları vardır. Her şeyden önce de bu yapı yerli yerine oturmalı, sağlam olmalıdır elbette... (İşte bu bağlamda şiirinde bir mimarlığı vardır... Ya da mimarlığın şiirine de bu yoldan gidilir.) Mimarlığın da şiirin de bir “teknoloji”leri vardır. Bu “teknoloji”, gününün bütün olanaklarını kullanan, çağdaş bir “teknoloji” olmak zorundadır. Mimarlık hem bir teknolojiye hem de gereçlere bağlıdır ama, bunları sonuna dek kendi buyruğunda tutabilmeyi bilmek zorundadır. 

Şiir de öyle!.. 

ŞİİRİN, MİMARLIĞIN VAROLMA OYLUMLARI

Mimarlık da, şiir de başka insanlar için yaratılır; onlar algılamadan var olamazlar. 

Şiir var olabilmek için yazanın dışında en azından bir okuru gerektiriyor. Mimarlık yapıtları insansız olunca anlamlarını yitiriyorlar; sevgiyle saygıyla kullanıldıklarında mimarları mutlu oluyorlar... 

Ozan da elbette şiirleri okundukça mutlu oluyorlar.

Şiirleri ne denli yayılırsa o denli var olur ozan...

Mimar da, ozan da öteki insanlarla- toplumla gerçeklenirler işlerinde... Şiir de mimarlık da insanı daha da insanlaştırırlar. İnsanlaşmanın oylumu da kenttir. 

Çakılı çakıl yapan öteki taşlarla sürtüşmesi değil midir? Öteki taşlar olmadan çakıl olabilir mi bir taş? Dağın başında tek başına nasıl insan olunabilir? Öteki insanlar değil midir insan eden?

Hepimizin bildiği öykü işte;

İnsan önce toplamış, avlamış sonra üretmeyi öğrenmiş. Tükettiğince üretmiş önceleri, doğasına uyarak... Üretemeyeceği günlerin de olabileceğini yaşayınca, daha çok üretmek, tükettiğinden artığını saklamayı, korumayı öğrenmek zorunda kalmış. Kimilerine göre, saklayan, koruyan, gelecek kuşağı yetiştiren kadın, belki de kap kacak yapar gibi, dallardan yaptığı örgüyü çamurla sıvayarak ilk evi de yaptı... 
(Sürecek)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa