Seçim vaatleri ve gerçekler
Fotoğraf: Envato
Seçimlere giderken hemen her konuda gerçek dışı ya da dün söylenene uymayan, dün yapılanla tam tersi şeyler söylendi halkımıza. Seçimlerde sakız gibi çiğnenen iki konu var ki, fevkalade gerçek dışı ve anlamsızdır, hiç dile getirilmeyen başka iki konu da var ki, işte onlar tam gerçeği yansıtanlardır. Bugün bu konular üzerinde duracağım.
Bunlardan biri Türkiye’nin en büyük on yedinci ülke olduğudur. Bir kere uluslararası toplam ulusal gelir hesabıyla Türkiye on yedinci değil, on sekizinci ülkedir. Bu ufak detaya takılmadan hemen daha acı gerçeğe geçeyim ki, on yedinci ülke 15 milyon nüfuslu (yaklaşık İstanbul kadar) Hollanda’dır. İstanbul kadar olan Hollanda’nın ulusal geliri de Türkiye’ninkinden yüzde 5 büyüktür. Hollanda’nın nüfusu Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık beşte biri olduğuna göre, Hollanda’da verimlilik Türkiye’nin beş katı demektir. Şimdi, bu durum övünülecek bir şey midir? Nüfusumuz 85 milyondan 180 milyona çıksa aynı verimsizlikle ulusal gelirimiz de artar ve bu yanlış sıralamada belki de daha yükseklere çıkabiliriz. Ne var ki, bu bir gerçek çıkış değil, obez ve kof yükseliş demektir. Ekonomi hesapları böyle yapılmaz. Doğru hesaplama ulusal gelirden bir fert ne kadar gelir elde ediyor şeklinde yapılır; yani fert başına gelir hesabı ile yapılan ülke karşılaştırması doğrudur. Fert başına ulusal gelir hesabına geçtiğimizde ise, Türkiye onlar sırasında değil, maalesef, altmışlar sırasında, 63 üncü ülkedir. Bunu halkımızdan gizlemenin nasıl bir anlamı olabilir ki? İşte bezeli yanlışlarla yürütülen siyaset!..
Halka yanlış yansıtılan ikinci konu ise partiler arası ittifaklardır. Gerek iş çevrelerinin, gerek iş çevreleri etrafında dolanan akademi camiasının geçmişte hiç dillerinden düşürmediği konu koalisyonların ekonomiyi olumsuz etkilediği olmuştur. Evet, koalisyonlar bazı kararların alınmasını engelliyor ya da geciktiriyordu, çünkü kararlarda yaygın toplum kesiminin ittifakı aranıyordu ki, bu demokrasi gereğidir. Peki, bugün ne yapılıyor? Daha seçime giderken, kendi erkine güvenemeyen partiler seçim ittifakı yapıyor. Dikkat edelim lütfen, geçmişteki koalisyonlar seçime giderken hissedilen güvensizlik ya da güç eksikliği değildi. Geçmiş dönemin koalisyonları seçim erki üzerinde, icra aşamasında halk çoğunluğunun kararını yansıtmayı amaçlarken, bugünün ittifakı olmayan seçim erkinin yapay uzlaşmalarla görüntüsel sağlanmasından başka bir şey değildir. Seçim yasasını demokratikleştirme yerine, yan yollara sapmanın demokrasi ile bir ilgisi olabilir mi?
Yukarıda sayılan ve siyasilerin ballandıra ballandıra dile getirdikleri yanlışlar karşısında, siyasilerin bir de veba gibi kaçarak hiç dile getirmedikleri sorumluluk alanları var; bunların bir ayağını tanzim satışları, diğerini ise İstanbul trafiğinin çözüleceği iddiaları oluşturmaktadır. Her iki mesele de, son aşamada 17 yılı AKP iktidarına ait olarak, geçmiş iktidarların yapmış oldukları hataların da katlanarak birikimli sonuçlarıdır. Tarım ürünlerinin satın alımı, depolanması veya kredilendirilmesinin devletten uzaklaştırılmasının, çiftçinin tüccar insafına bırakılmasının sonucu başka ne olacaktı ki?
Satışa kadarki aşamada bulunmayan devlet, salt satış aşamasına müdahale ile olayı ne kadar götürebilir, göreceğiz! Kısacası, tarıma üvey evlat muamelesi yapıp, rant adına taşı toprağı nimetten gören siyasinin elinde çöken tarım ve satılamayan beton yığınlarından başka ne patlayacaktı ki!
İstanbul trafiğini çözme iddiasında bulunan başkan adayına da sormazlar mı, ülkenin nerede ise beşte birini bir kente yığdıktan, bu da yetmiyormuş gibi büyük rantlarla yapılan ulaşım ağı sonucunda daha da yığılacağı açık iken, şehir içi trafiği rahatlatmak nasıl bezeli yanlışlarla halka yutturulmaya çalışılan siyasettir, akıl sır ermiyor! Teori ve uygulama gösteriyor ki, bir ülkede salt bir şehrin ulaşım sorunu rahatlatıldığında, nüfus oraya yığılarak, rahatlama değil, bir süre sonra kalabalıklaşma yaşanır. Ne var ki, siyasinin derdi rant olunca şehircilik, ya da kentsel hizmetlerde akılcılık ve nüfusu ülkede dengeli tutabilecek politikalar geliştirmek ve uygulamak sumen altı ediliyor.
Siyasi aidiyetler ve kararlarda akılcılığı reddedip, başat değil izleyici konuma indirgenmeyi kabullenmek salt sosyal sorumsuzluk değil, aynı zamanda insana evrenin ve evrimin bahşettiği muazzam potansiyel olan akıl ve ahlak bileşimini bir emanetçiye teslim etmiş olmanın günahı ve yükümlülüğü altına girmektir.
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07