Ne yazacağımı bilmez haldeyim. Öylesine üst üste gelen kötülüklerle sarılmış, koyu bir sisin içinde derinden gelen sesler gittikçe azalıyor. Büyüyen sessizliğin devasa kütlesiyle dokunabildiğimiz bir cisim olarak hayatımızın üzerine boca edildiği şu günlerde yazacaklar da biriktikçe birikiyor. Düzenli yazamadığımdan, üç haftadır bilgisayarın başına oturamadığımdan değil, kötülüklerin baş döndürücü temposundan.

Sebastian Haffner’in yüreğimi ağırlaştıran, zorlukla ve çok uzun zamanda ancak bitirebildiğim “Bir Alman’ın Hikâyesi” son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitaplardan biriydi. Zor okudum çünkü son birkaç yıl içinde yaşadıklarımızla benzerlikleri tüylerimi diken diken etti. Kötülüklerin baş döndürücü temposu da Haffner’in 1933 Mart ayından olanları aktarırken kullandığı “tempo furioso” ifadesine atıf. Haffner kitapta “gleichshaltung” sözcüğünü açıklarken tüm resmi kurumların, yerel yönetimlerin, büyük işletmelerin, bütün dernek ve birliklerin yönetim kurullarının Naziler tarafından zapt edilmesinden söz ediyor. Zamanla bu değişimin sistematik, titiz bir düzenle memur çehresi kazandığını, özellikle de yargının değişiminde her an kapı önüne konabilecek hâkimlere kanunlara bağlı kalmak zorunda olmadıkları hatta bağlı kalmamaları gerektiği bildirilerek bir tür yargıç krallar “richterkönige” yaratıldığını aktarıyor.

Her Çağlayan mesaimizde bizler de bu değişimi gözlüyoruz. Daha otuzlu yaşlarında bilemediniz erken kırklarında yargıçların inanılmaz düzeysizlikte ve hiçbir kanıta dayanmadan doğrudan dünya görüşleriyle oluşturulmuş savcılık iddianamelerine bağlılık yemini etmelerini, bir ağır ceza mahkemesinden beklenen ağırlıktan yoksun senli benli oluşları, temelsiz iddianamelerden kopyala yapıştır gerekçesizlikle kurulan kararları izlerken utanmamak mümkün değil.

Ne suç isnat edildiği belirsizliğini koruyarak geçirdiği bir buçuk yılın ardından Osman Kavala’ya şimdilik eklenenlerle 16 arkadaşımız hakkında ağırlaştırılmış müebbet talebiyle hazırlanan, ezilenlerin, sömürülenlerin avukatlığından ödün vermeyen avukatlarımıza silahlı terör örgütü üyeliği etiketi yapıştırılmış iddianameler, gazetecilere telaş içinde ardı ardına verilen cezalar, her biri toplumu yeniden şekillendirme, sessizliğin cismani varlığını daha da büyütme çabalarının bir parçası.

Gözümüzün önünde gözaltı işlemini bir cinsel saldırı eylemi olarak kurgulayan polisi evlat edinen devlet erki hız kesmeden toplumu şekillendirirken, Haffner’in 1933 Almanya’sında gelecek tehlikelere işaret eden davranış biçimlerini yeniden gözden geçirmekte yarar var. Üstün bir konumdan gözlem yaparak, hayata küserek veya gerçeklikten kopup kötülüklere sırtını dönerek temiz kalacağını sanmanın mümkün olmadığını kendi deneyimleriyle kanıtlıyor Haffner.

Cumartesi Annelerine katılanlar bir sokağa sıkıştırılamayacak kadar çoğaldığında, cezaevlerinde artık 300’ü aşmış açlık grevcilerinin sesini duyup duyurmaya çalıştığımızda, Leyla Güven’in açlık grevinin 110. güne dönmesine seyirci kalmayıp tecridin bir işkence olarak kim olursa olsun karşısında durduğumuzda, işini aşını elinden aldıkları insanlarla birlikte sivil ölümlere karşı dayanışmayı büyütüp, doğumhane kapılarından cezaevine götürülen kadınlara ses olduğumuzda, baskılara ayrımsız ses çıkardığımızda sessizliğin o koca kütlesini parçalayabilir, bizi içine sokmaya çalıştıkları kalıba sığmamayı başarırız.

Elinizi verin, sesimizi çoğaltalım.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çocukları öğüten çark

Çocukları öğüten çark

Yoksulluğun pençesindeki ailelerin çocukları tüm dünyada acımasızca emek piyasasına çekilirken, Türkiye kapitalizmi bu konuda en önde koşuyor. Çarklar köle koşullarında dönsün diye devlet gücünü seferber etmekten geri durmayan iktidar, milyon milyon işçileştirdiği çocukların da uzun ve ağır çalıştırılmasına, onlarcasının ölüme sürüklenmesine göz yumuyor.

2.3 milyon çocuk MESEM kapsamında günde 8-10 saat çalışıp ustalık belgesi aldı

15-17 yaş grubundaki neredeyse her 4 çocuktan biri çalışma hayatında

71 çocuk 2024'te çalışırken hayatını kaybetti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et