İtaat et rahat et
FM TV’nin bir programından bir video alıntısı dolaşıyor. Sarıklı-cübbeli bilirkişi nasihatte bulunuyor, aslında dikte ediyor: “Karı koca eşyalarını toplamışlar, arabalarına binip havaalanına gidecekler. Tam o anda kocası davet ederse kadın buna riayet etmek, kocasının isteğini yerine getirmek zorundadır. Yoksa ailede tatsızlık çıkar.” Bu tür bilirkişilerin ceddi, Cahiliye Dönemi’nde kız çocuklarının diri diri gömülmesine dinin son verdiğini anlatarak İslam toplumlarının kadınlarından yüzyıllarca diyet tahsil ettiler. Onların torunları, seyahate çıkmak üzere hazır develeri, sahabeyi; uçaklarla, havaalanlarıyla, otomobillerle değiştirerek tahsilat memurluğunu devraldılar. Kadınlar için, tarihin bir yerinde, olup olmadığı belli olmayan bir gömülme hadisesinin diyeti böylece öde öde bitmiyor. Fakat sonu gelmeyen, talep edildikçe bedeli artan minnetin kazdığı kabir de Cahiliye Dönemi’ndekinden daha az derin değil.
Kahkaha atamayan, sokağa çıkamayan, icabında çalışamayan kadının zorunlu kötürümlüğünün üzerindeki, bir avuç topraktan ibaret değil. Çağların yükü var üstünde. Ve Binali Yıldırım’ın sandığı gibi, cendere her gün biraz daha sıkılaştıkça itaat etmek rahat etmek anlamına gelmiyor. Patronuna, devletine, işsizliğe, kurallara, haksızlığa- hukuksuzluğa kafa tutmayan; baş edemediği toplumsal beklentilerin gün boyu çıkardığı posalarını nihayet evlerine atan adamların lal kaldıkları her saatin bedelini “çoluk çombalak”tan fevri ve keyfi taleplerde bulunarak telafi etmeye çalışmasının sonu ya şiddet ya cinayet. Bu olmasa bile, kadınların kabir azabı ev ödevi olarak yüklendikleri bu taleplere yetişmeye çalıştıkça katlanıyor. 1500 yıl önce diri diri gömülen kızlara hayıflananlar şimdiki kadınların dört duvar arasında solan ruhlarına bir Fatiha okumak niyetinde bile değiller! Tersine istedikçe istiyorlar, talep ettikçe ediyorlar. Çünkü adamların dışarıdaki, dillendirilmemiş taleplerinin, bastırılmış öfkelerinin çaya çorbaya limon olabildikleri evde, kadına yöneldikçe ayakta kalabilen bir düzenin muhafızları Fatiha’yı fi tarihine üfleyip bitirdiler. Kadınlar için kendilerinin bir lütuf olduğuna inanmaya devam ediyorlar. Kadınlar ise insanlık nüfusunun yarısını sırtlarında taşımaya mecburlar.
Mesela Binali Yıldırım eşitliğe karşıymış, çünkü lütuflar uçar gidermiş. Çünkü o fırsat eşitliğinin verilmesi gerektiğine inanıyormuş. Hayatı böyle çelişkilerle dolu olanlar için eşitliğin fırsat eşitliğinin karşıtı olduğuna inanması doğal. Bizzat Yıldırım’ın kendisi fırsatların adamı olabilir, ‘gel’ deyince gelmeyi, ‘git’ deyince gitmeyi bir lütuf olarak görebilir ama kadınların zekasıyla bu kadar alay emmemekte kendisi için fayda var.
Yıldırım’ın ustası da eşitliğe karşıydı ve kadınla erkek arasında eşitliği imkansız kılan bir fıtrat farkı olduğunun altını çiziyordu daima. Nedense bu fark kadınlar için bir adım geride durmayı gerektiriyor, toplumsal beklentilerini aşağı çekmesi gerektiğine işaret ediyordu. Eşit işe eşit ücret, fırsat eşitliği, kadınların güçlendirilmesi için toplumsal ve hukuki düzenlemeler mevzu bahis olmamalıydı. Gerektiği kadarı verilirdi zaten!
Fakat bunların hiçbir zaman bahşedilmediğini kadınların bunları söke söke kazandıklarını hepsi unutuyor. Unuturlar. Şu yerel seçim sürecinde de partilerinin seçime girecek partilerden biri olduğunu unutuyorlar zira. Diğer partileri terörist ilan eden, karşısındaki ittifakı zillet diye adlandıran, seçilmişlerden beğenmediği olursa kayyım atamaya devam edeceğini beyan eden, hemen herkesi potansiyel terörist olarak yaftalayan, bazılarını yaftalamayıp harekete geçen bir yönetim kastı, sadece kadınların değil bütün toplumun velinimeti olarak görüyor kendisini. Yurttaşlara ne yapıp ne yapamayacağını dikte edebiliyor.
Aynı zihniyet kendisinden önce hüküm sürmüş bir cahiliye devrinin yokluklarının ancak onunla doldurulduğunu tekrarlayan bir lütuf abidesi olarak dikiliyor siyaset meydanında. Üniversiteleri, havaalanlarını, tanzim satışları, metroyu ve akla gelebilecek her şeyi kendisinin icat ettiğini durmadan söyleyerek diyet istemeyi sürdürüyor.
Kadına muamele biçimi toplumun geneli hakkındaki iktidar kurgusuyla her zaman ilişkilidir. Coğrafyanın düzeni önce kadının bedeninde talim edilir. O bakımdan “İtaat et rahat et” sözü nikah memurunun önündeki kadına yönelmiş bir dikteden daha fazlasıdır. İktidarın, Cahiliye’den sağ salim çıkardığını iddia ettiği ama maalesef kendi varlığının lütfuna maruz bıraktığı kavimden talep ettiği bir diyettir bu. Onun önünde diz çökmek suretiyle ödenmesi beklenir. Ödemeyen illet ya da zillet.
Evrensel'i Takip Et