02 Mart 2019 20:17

Hüseyin Atabaş’a veda

Hüseyin Atabaş’a veda

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Orada, soğuk bir Ankara gününde bastonunu avuçlamış masanın etrafındaki dostlarıyla zamanı ve şiiri konuşuyor. Yılların buğusuyla dolan gözlerini göğe çevirip içleniyor sezdirmeden. Az ileride, etrafı sarılmış bir anıt soru soruyor önünden geçip giden her insana.

Oturmuşuz, kolluk gücü dayağından gözü morarmış bir kadının içtenlikli isyanını konuşuyoruz. İçimizde biriken utanç öfkeye dönüşüyor.

Hüseyin Atabaş derin derin çektiği sigarasında biriken külü silkeliyor, Zerrin Taşpınar bir yangından kalan ne varsa içinin derinlerine gömmüş, bir mülteci telaşıyla İzmir’den gelmiş Mahzun Doğan; Mülkiyeliler’de çay içiyoruz akşama doğru.

Ben zaten geri dönmek üzere Ankara’dayım. Ne beklediğimi ya da neyle karşılaşacağımı bilmeden; Ahmet Erhan hakkında bir konuşma yapacağım her yılın Şubat ayında olduğu gibi. Murat Koçak’a konuk, içeriden mektup arkadaşım Barış’a yatılı gitmişim.

Daha çok onlar konuşuyor; Atabaş sayfalarını aralıyor Ankara’nın. Orada geçmiş gibi bütün ömrü. Sabahı, akşamı, coşkusu ve yalnızlığı orada geçmiş gibi. Sözcüklerine, kır saçlarına, üstüne başına sinmiş Ankara. Mahzun’un şakalarına gülüyor, Zerrin Taşpınar’ın söylediği çayları tazeliyoruz. Daha ziyade soruya dahilim ben.

Cahit Külebi’yi soruyorum, Metin Altıok’u… Bir mektup yazsa gönderebileceği ilk adres neresi olurdu, diye merak ediyorum Atabaş’ın. Karşıyaka mezarlığı ne uzak; toprak, mermer ve ağıt ne yakın. Siyasal tarihimizin saklısında çoğalan onca kıyımın, edebiyat tarihimizde yer bulmaması mümkün mü? O sokaklarda, o kaldırımlarda ayak sesleri biriktiren nice şairin külü savruluyor…

Yazmakla kendi arasında bir bağ kurup, kendine açtığı alanı genişleterek insana armağan etme çabası gibi de okunabilir Hüseyin Atabaş’ın şiirleri. Saklıda kalmak niyetiyle değil, sakin hiç değil, oturaklı, görece halk şiirinden sesini alan bir şiir.

Bana öyle geliyor ki, yazarken ve üzerine çalışırken, “Yunus Emre ya da Karacaoğlan bu şiiri nasıl yazardı?​” diye düşündü yer yer Hüseyin Atabaş. Ama sadece bununla sınırlamak büyük haksızlık olur. Türkçenin olanaklarını kullandı derinden derine. Dili bozmak ve yeniden kurmak niyetiyle değil, yerini yadırgayan sözcükleri ısrarla şiirine eklemekten kaçınarak yaptı bunu. Şiirde kurmakta ısrar ettiği aile yapısını zenginleştirmeye çalışırken eklektik olmamayı tercih etti.

Onun şiirlerindeki yapı bulanıklık içermez, lafı dolandırmaktan, eğip bükmekten hoşlanmaz Atabaş. Saklısında ne varsa açık seçik söyleme taraftarıdır. Şiirinin beslendiği derinlik onun aydınlığa, insanlığa, demokrasiye ve gelecek güzel günlere olan çabası olarak da okunabilir.

Tozunu, pasını, küfünü aldığı sözcüklerle oturur yazı masasına Atabaş. Şiirin değiştirip dönüştüreceğine inanarak yazar. Can Yücel’le aynı sınıftan yana olmanın dışında akrabalığı olmasa da bir hınzırlık güder yazdıklarında.

Aşk ve yalnızlık biraz da Atabaş’a dair sanki. O kıyılarda dolaşır hep, bir hüzünle andığı geçmiş zamanın aylasını taşır başında. Olmadık düşlerin kapısını aralamak istese de zamanın buna izin vermeyeceğini bilir ve şiirinde kendine seslenerek olduğu yere geri çağırır benliğini. Muhafazakâr olduğu için değil, onca zaman birlikte ürettiği değerleri o insanlarla korumak ve çoğaltmak çabasıyla geri döner. Değilse, belirsizliğe yelken açmaktan geri durmayacağını ve ondaki serüven duygusunun ortaokul yıllarından beri bir an olsun eksilmediğini sezdirir zaten yazdıkları.

Salona değil, sokağa dairdir Atabaş ve şiiri. Gösterişli değil, mütevazıdır. Bulanık değil, durudur. Kısık sesle konuşmaz. Dostları, sevdikleri, yaşadıkları ya da ona yaşattırılan her ne varsa bir izlek olarak şiirindedir. Hayatın bizzat kendisiyle nefes alıp vermesi bundandır. Bundandır ki, yazmakla ilgilenir yazdıklarının pazarlanması, afişe edilmesi, boy boy fotoğraflarının yayınlanmasıyla değil. Bundandır ki, yazdıklarına hayatımızda yeteri kadar yer açmayı ihmal ettiğimiz şair yaşadığı sürece yazmanın dışında daha geniş bir alan talep etmemiştir. Zarif şair.

Şiirlerindeki gibi bir durulukla hayattan çekip gitti Hüseyin Atabaş. Şubat’ın son günlerinde nicedir özlediği arkadaşlarının yanında mütevazı bir törenle toprağa emanet edildi. Ne haber oldu gazetelerde ne sosyal medyanın gündemini salladı.

Onun hakkında son sözü Metin Altıok söylesin. Memleket sathı ve Ankara bir şairin tabutu daha sessizlikle omuzlamanın kahrını duymaz nasılsa.

“Kim ne derse desin, hakkı yenmiş bir şairdir Hüseyin Atabaş. Ama inceliğin kaderi buysa bir ülkede; bunu da taşımak zorundadır, derim.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa