Atabaş'ın ardından
Fotoğraf: Envato
Geçen hafta yaşamdan ayrılan değerli şair arkadaşımız Hüseyin Atabaş'ı unutamayacak dostlarından biri olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. "Nereden anlıyorsun?" diye siz sormadan hemen açıklayayım:
"Ona olan sevgi ve saygımı keşke daha açık biçimde ortaya koyabilseydim" düşüncesinden kurtulamıyorum günlerdir… Bu düşünceme bağlı kalmamın nedeni, onun da şiirler ve yazılar yazdığı Türkiye Yazıları dergisinin sahibi ve sorumlusu olmamdan mı geliyordu dersiniz? Dergi çevresindeki arkadaşlarım bilir: Hiçbir zaman patronluk taslamadım. Çünkü böyle bir eğilim, temelde hep bağlı kaldığım düşüncelerime bütünüyle ters düşer.
Sözü uzatmayayım:
Atabaş'ı, 1970'li yıllarda yayımladığımız Türkiye Yazıları dergisinde çıkan şiirleriyle (sadece şiirleriyle değil), bu dergiyi her ay abonelere postalama imecesine katıldığı sırada yaptığı anlamlı esprilerle bu tatsız işe anlam katan yönüyle de hatırlarım hep. Çünkü Hüseyin Atabaş, "Cennetlik" denen değerli ve alçakgönüllü kişilerin önde geleni olmakla kalmazdı. Bence o, Karadeniz yöresinin şiir sanatındaki yaratıcılığını temsil etme çabasıyla da öne çıkan bir şairdi.
Başlıca özelliğiyle Atabaş, iyi huylu bir insandı. Başkaları hakkında onun ileri geri konuştuğuna hiç rastlamadım. Yaşamdan ayrılması dolayısıyla bütün dostlarının (hatta dostlarının da dostlarının) üzüldüğünü düşünüyorum. Şu farkla ki, vaveylayı basan kimse olmamıştır. O tür insanlardan uzak dururdu Atabaş. Kendisi de sessiz sedâsız, yumuşak, sevecen bir insandı. Duygularını saklardı. Konuşması da öyleydi: Ağzından dirhemle çıkardı sözler…
Gazetemiz yazarlarından Hakkı Zariç önceki gün (yani 3 Mart 2019 Pazar günü) uzunca ve fevkalâde duyarlıklı bir yazı yazdı.
Uzundu yazı, ama duyarlıklı olduğu için merakla okunuyordu.
Şöyle diyordu kardeşim Zariç:
"Aşk ve yalnızlık biraz da Atabaş'a dairdir sanki. O kıyılarda dolaşır hep. Olmadık düşlerin kapısını aralamak istese de zamanın buna izin vermeyeceğini bilir ve şiirinde kendine seslenerek olduğu yere geri çağırır benliğini. Muhafazakâr olduğu için değil, onca zaman birlikte ürettiği değerleri o insanlarla korumak ve çoğaltmak çabasıyla geri döner. Değilse, belirsizliğe yelken açmaktan geri durmayacağını ve ondaki serüven duygusunun ortaokul yıllarından beri bir an olsun eksilmediğini sezdirir zaten yazdıkları. (…)
Şiirlerindeki gibi bir durulukla hayattan çekip gitti Hüseyin Atabaş. Şubat'ın son günlerinde nicedir özlediği arkadaşlarının yanında mütevazı bir törenle toprağa emanet edildi. Ne haber oldu gazetelerde, ne de sosyal medyanın gündemini salladı.
Onun hakkında son sözü Metin Altıok söylesin. "Memleket sathı ve Ankara, bir şairin tabutu daha sessizlikte omuzlamanın kahrını duymaz nasılsa. Kim ne derse desin, hakkı yenmiş bir şairdir Hüseyin Atabaş. Ama inceliğin kaderi buysa bir ülkede; bunu da taşımak zorundadır, derim."
Yazımı uzatmak istemiyorum, çünkü anlamı yok: Nice şairlerimiz gibi, Atabaş da öldü gitti işte!
"Geriye ne kaldı?" diye sormayın bu ülkede…
- Veda yazısı 01 Nisan 2019 19:40
- İki konu bir de sav söz 11 Mart 2019 20:05
- Ceyhun Atuf Kansu 25 Şubat 2019 23:10
- Fenerbahçe’nin Hâl-i Pür Melâli 19 Şubat 2019 01:19
- Beyin Göçü 12 Şubat 2019 00:33
- ‘Selim Ağbi’yi hatırlarken 05 Şubat 2019 00:00
- İstanbul Müzik Festivali 21 Ocak 2019 23:40
- Fiyatlar yasayla düşer mi? 08 Ocak 2019 00:24
- Ankara’da yeni bir dönem mi? 01 Ocak 2019 00:34
- Erdal Erzincan'la halk müziğimiz üzerine (2) 25 Aralık 2018 00:05
- Erdal Erzincan’la halk müziğimiz üzerine (1) 18 Aralık 2018 02:47
- Başlıksız 10 Aralık 2018 23:00