06 Mart 2019 20:25

Bir aşk filmi ve Fikret’in “Sis”i

Bir aşk filmi ve Fikret’in “Sis”i

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugünlerde İstanbul duvarlarında yine bir aşk filmi afişi:

“İSTANBUL BİZİM İÇİN BİR AŞK HİKÂYESİ”

(Afişteki “hikâye”nin şapkasını bu köşenin yazarı koydu.)

Afişin sağında solunda filmin oyuncuları:

Sağda şehrin eski başkanı Recep Tayyip Erdoğan, solda yeni başkan adayı Binali Yıldırım.

Dokunaklı bir romantik dram olduğu oyuncuların uzaklara bakışlarından belli.

Esas çocukta bir Kadir İnanır fiyakası, yan oyuncuda bir Hulusi Kentmen babacanlığı...

İkisinin yüzünde de rol gereği emanet bir gülümseme.

İkinci oyuncunun adı afişe döşenmiş, başoyuncu çok meşhur olduğu için adı yazılmaya gerek duyulmamış.

Bir aşk, ihtiras ve ihanet filmi.

Filmin jeneriğinde baş oyuncunun Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi konuşmasından bir alıntı: 

“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul, bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.”

Ruhunu kirlettiği sevgiliye itirafla ve nedametle kur yapan; ihanet ettiği, kıymetini bilemediği sevgiliyi yeniden ele geçirmeye çalışan bir eski sevgili.

Afişin birkaç adım ötesinde de başka bir afiş:

“İSTANBUL İÇİN YILDIRIM HIZIYLA DEVAM”

Demek ki bir “yıldırım aşkı” var filmin hikâyesinde.

Erdoğan’ın ve Yıldırım’ın İstanbul aşkı...

Yaşamlarında aşk olmayan iki politikacının bu filmin başrol oyuncusu olmaları filmi daha da ilginç kılıyor.

Tutar mı, gişeden mi döner, film gösterime girince anlayacağız.

Şehrin tüm caddelerine, bulvarlarına asılan afişlerin parasını, set giderlerini, oyuncu ödemelerini halkın karşıladığı bu filmin daha gösterime girmeden izleyicinin cebine verdiği zararı düşününce film tutup tutmayacağının pek de önemi kalmıyor.

Film tutsa da tutmasa da yitiren yine izleyici olacak çünkü.  Şehre çökmüş kara bulutlara, bir türlü dağılmayan sise bakınca bizi yine mutsuz son bekliyor.

Tevfik Fikret’in sisinden de ağır bir sis katranı oturmuş kalmış yedi tepeye. Şehre ve şehri yağmalayanlara tüm öfkesini dökmüştü Fikret şiirinde. Bugün yazılmış gibi. Bu şehir nice sultan, nice vezir gördü. Bu saltanat-payitaht filmi, o günlerin yanında bir okul müsameresi kalır. “Sis”inden aldığım dizelerle Fikret’e selam olsun!

Sarmış ufuklarını senin yine inatçı bir duman, 
beyaz bir karanlık ki gittikçe artan
ağırlığının altında her şey silinmiş gibi, 
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; 
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar! 
Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık; 
layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası! 
Ey zulümler sahası... Evet, ey parlak alan, 
ey facialarla donanan ışıklı ve görkemli saha! 
Ey parlaklığın ve gösterişin beşiği ve mezarı olan, 
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kralıçesi! 
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak, 
ey bin kocadan arta kalan dul kız; 
güzelliğindeki tazelik büyüsü henüz besbelli, 
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle ne kadar cana yakın görünüyorsun! 
Cana yakın, hem de en kirli kadınlar gibi; 
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hain el, daha sen şehir olarak kuruluyorken, 
lanetin zehirli suyunu yapına katmış gibi! 
Zerrelerinde hep ikiyüzlülüğün pislikleri dalgalanır, 
İçerinde temiz bir zerre asla bulamazsın.

Hep riyanın çirkefi; hasedin, kâr gütmenin çirkeflikleri; 
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselenecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; 
örtün ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi! 
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; 
Katil kuleler, kaleli ve zindanlı saraylar.
Ey anıların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, camîler; 
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki, 
geçmişleri geleceklere anlatmaya memurdur; 
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
...
“Dişleri düşmüş, sırıtan o sur kafilesi”ni bu filmin eski aile şirketi “Refah Yapım” yıkmak istiyordu Bizans’tan kaldı diye. Yeni yapımcılar, o sur kafilelerini yıkmadı ama çocuklarımızın soluk alacağı tüm yeşil alanları talan etti filmin gişesinden yandaşlara da pay vermek için. Bu yeni film, bu nedenle tutmayacak. Tutmamalı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa