Koşullar
Fotoğraf: Envato
8 Mart “Dünya Kadın Emekçiler Günü” kuşkusuz önemli bir gün, hele de günümüzde anlamsızca yükselen kadın cinayetleri karşısında, kutlanacak değil, üzerinde durulacak ve gerekli önlemlerin alınması için canla başla çalışılacak önemde bir gün. Ne yazık ki, bu konuda alınacak yasal ve yönetsel önlemler kırsal dokudan kentsel dokuya henüz geçememiş olup, kapitalizmin fakirleştirici çarklarında vicdanları körelmiş toplumsal gettolarda fazla etkili olamaz. Koşulların oluşturduğu etik ve vicdan freni boşalmış psikolojiler hukuk ve düzeni ezip geçerek hırs ve vahşetle tatmine ulaşmaya çalışmaktadır. Ekonomik olarak elde edilemeyen mülk, güç ilişkisi ile kimi zaman baskılanan, kimi zaman sahiplenilen, bunların aşıldığı noktada da varlığın yok edilmesi ile mülkiyet dokusunun tatminine gidilmektedir. Hızlı ve düzensiz kentleşmenin, hızlı ve denetimsiz küreselleşmenin, hızlı eğitimsiz nüfus artışının oluşturduğu yığınlar, kendi sosyal, hatta cezai kurallarını uygulayarak tek mülkiyet alanı olan güç teşhiri ile tatmin yoluna gitmektedir.
Böylesi patolojik saptırılmış gücün kısa sürede tedavisi değil, ancak baskılanması söz konusu olur. Sosyal normların böyle savrulduğu genel ortamda cinsellik üzerinden kurulan mülkiyet sistemin çarpık düzeni ile bütünleşerek kendisine yaşam alanı açmakta ve siyasi destek bulduğu sürece de var oluş alanını genişletebilmektedir. Cinsiyet üzerinden mülkiyet ilişkisine dayalı baskı ve şiddet toplumları çarpık hurafelere ve kutsallaştırdıkları hastalıklı görüşlere dayanarak oluşturdukları yapılar, itiraz ve düzelterek normalleşmeye yönlendirilmeden siyasi kadrolara manivela işlevi görmekte, hatta fedakarca kemik seçmen tabanını oluşturabilmektedir. Böylece güç alanı bir kademe yükselip, siyasete de yansıyarak karşıt alanlara “metastaz” yaparak, genel toplumsal kurala dönüşme eğilimine girmektedir. Bazı habis hastalıkların anlaşılmasında olduğu gibi, bu nokta tehlikenin büyüdüğü, fakat aynı zamanda da algılanmaya başladığı dönemdir. Ama artık hastalık toplumsal dokunun önemli ve yaşamsal alanlarına hakim olmuştur. Hurafeleştirilen kutsallıklar siyasi ve dinî resmi organlarca açıkça kabul görmese de, siyaset uğruna dikkate alınmamakta, dolayısıyla giderek çarpık güç ilişkisi topluma başat olmaya başlamaktadır.
Siyaset, yasal ve meşru yollardan toplumu yönetmenin güçlüğü karşısında baskıcı yöntemlerle toplumu gütmeye kalktığında güç talep eder. Yasal ve meşru yollardan yönetilen toplumlarda gücün kaynağı hukuktur. Hukuk toplumunda hukuk kuralları fertleri değil, siyasileri ve yöneticileri bağlar. Bu baskıyı aşmaya çalışan siyasi örgüt düzensiz ve bölünmüş toplumda, düzeni sağlama adına ilave güç kullanır. İktidarı eline geçiren siyasi örgüt düzensiz güç kullanma yöntemi ile hem yönetimi kolaylaştırır, hem de sair hedeflerde amacına ulaşabilir. Bundan dolayıdır ki, düzensizliğin ve hukuksuz baskının önemli bir ögesi olan kadın baskısı ve bu baskıyı güçlendirip sürdürmenin aracı olan kadın cinayetleri siyasilerin önemli dayanaklarından biri olarak siyaset gündeminde hiçbir zaman üst sıralarda yer alamaz.
Kadın baskısı ve cinayetlerinin gücün ötesinde açık ya da örtülü destek gördüğü diğer bir sosyal alan da cinsellik ile boyanmış etkileşim duygusudur. Tahrik, kıskançlık, intikam almak, gurur incinmesi vb. gibi hemen tüm psikolojik iptidaî gerekçeler, bizzat gücün karar merkezi olmasından kaynaklanarak, erkek tarafından aktif olarak karara bağlanmakta, hatta uygulamaya geçilmektedir. Sözün özü şudur ki, kararı veren de, yargılayan da, hükmü infaz eden de tek yanlı, tarihin kendisine güç bahşettiğine inanan eril doku olmaktadır.
Bir seçime giderken ne beklenir? Tüm partilerin her bakımdan eşit koşullarda, topluma saygılı şekilde propagandasını yapıp, sonuçları da aynı kemal ile kabul etmesidir. Propaganda böylesi olabildiğince eşit koşullarda mı yürütülüyor, yoksa hakimiyet ve baskı-korku altında mı yürütülüyor? “Eşimdir, ne isterse yapar” ile “İktidardır, olanaklarını kullanabilir” görüşü arasında nasıl bir fark olabilir ki? Propaganda konuları olarak, partilerin birbirine çatmaları, hatta hakaretamiz ifadeler kullanmaları dışında ciddi bir ekonomi, hukuk ya da sair alanlarda neler düşündükleri, ne yapacakları konularında bir iki saptama dışında doyurucu bir kelam duyduk mu? Genel seçime gidilirken görece denklik sağlamak ve toplumda güven oluşturmak adına üç bakan değiştirilirken, her ne kadar bu seçim genel seçim olmasa da, topluma güven vermek gerekmez mi? Bakan değişikliğine gerek olmasa da, devlet aygıtı ve ağırlığı ile seçime yönelmiş iktidar partisinin başka bir seçim ittifakına gerek var mıydı? Niçin böyle bir ittifak yapıldı ki?
Siyasette olduğu kadar, aile ilişkisinde, arkadaşlık ilişkisinde ve hemen tüm toplumsal ilişkilerde fevkalade güç olan eşit düzeyde durmak yerine, fevkalade kolay olan güç ilişkisine yöneliş, siyasette hukuku, toplumsal ilişkilerde de saygıyı kenara itip,başat olma yollarını topluma, eşine, arkadaşına dayatır. Zaten, başatlık dayatmadır. Çünkü siyasette tüm halka anlatabileceği ve kendisinin de yürekten inanabileceği gerçek yoktur; toplumsal yaşamda da karşısındakine haklılığına yüreğinden inanarak ifade edebileceği durum yoktur. Baskılayan taraf zayıftır, içinde derin korku yaşamaktadır. Şiddet, karşıdakinden önce kendisinin korkularını baskılamaktır!
- Devlet sermaye çatışması: Bir ilk mi? 01 Şubat 2025 05:43
- Faciayı salt sorumsuzluk olarak görmek yetersizdir 25 Ocak 2025 04:22
- 2025 acaba nasıl geçecek? 18 Ocak 2025 05:30
- Ekonomik kriz çevrimleri ve emek 12 Ocak 2025 04:51
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08