Nefret katliamlarının ortaklaşma noktaları: Dincilik ve milliyetçilik
Fotoğraf: Envato
Otoriteryen eğilimlerle, din, aile ve devletin yüceltilmesi eğilimleriyle, nasyonalist ve patriotik eğilimlerle birlikte şiddet ve savaş eğiliminin de arttığını Dünyadan ve Türkiye’den pek çok çalışma göstermektedir. Adorno ve arkadaşlarının “Otoriteryen Kişilik” başta olmak üzere Millgram’ın, Altemeyer’in, Schmidt’in çalışmalarına bakılabilir. Türkiye’de de Kağıtçıbaşı, Gümüş ve Gömleksiz, daha pek çok isim bu konularda çeşitli çalışmalar yürütmüştür.
Irak, Suriye, Libya örnekleri, Pakistan-Hindistan gerilimi, ABD’deki, Almanya’daki saldırı ve şiddet hareketleri, Hollanda’daki, Yeni Zelenda’daki, Norveç’teki, Nijerya’daki, IŞİD’inkisi… her birinin özgüllükleri de olmakla birlikte ortaklaştıkları nokta etnosantrik, dinci veya milliyetçi eğilimler göstermeleridir.
Bu tür saldırıların ana motifi öz grubu yüceltme olup beraberinde kendinden olmayan küçük ve sorunlu görülmektedir. Kendi din ve grubunu yüceltme eğilimi ile diğer grup ve dinleri küçümseme ve dışlama eğilimi paralel gitmektedir.
AKILCI TOPLUMLARLA AKILCI OLMAYANLAR ARASINDAKİ FARK
Yeni Zelanda’da geçen hafta 50 kişinin hayatını kaybettiği iki camiye yönelik terör saldırısının ardından Başbakanı Jacinda Ardern katilin, kötü de olsa ünlü olmak için de böyle bir eyleme yönelmiş olabileceğini, dolayısıyla katilin adını hiçbir şekilde anmayacağını ifade etmişti. Başbakanın sadece bu açıklaması ile sınırlı kalınmadı. Yeni Zelanda hükümeti de ilk adım olarak hemen yasal çalışma başlattı ve 16 yaşını geçenler için serbest olan askeri nitelikte yarı otomatik silahların ve saldırı tüfeklerinin artık yasaklandığını, silahlarını teslim etmeyenlerin üç yıla kadar hapis ve 4 bin dolara kadar para cezası verileceğini; silahlarını teslim edenlere bedellerinin geri ödeneceğini, bunun devlete maliyetinin 69 milyon ila 139 milyon dolar arasında olmasını beklediklerini duyurdu.
Bu sorun çözme biçimi ve tedbirler; Türkiye ile kıyaslayınca, Yeni Zelandalı hukukçu, gazeteci, aydın, bilim kişisi ve politikacıların, boş polemikler yerine doğrudan sorunun kaynağı, şartları, araçları üzerine yoğunlaştıklarını gösteriyor. En azından bize göre, Türkiye’ye göre, bunu daha iyi yaptıklarını gösteriyor. Keşke sadece ön yargı ve ayrımcılıklara, sadece etnosantrizme, sadece araçlara yoğunlaşmanın ötesine geçerek daha yapısal şartlar da tartışılabilse ve aşılabilse.
POLİTİKACILARIN SEÇİM MEYDANLARDAKİ ‘NEFRET’ DİLİ NE ANLAMA GELİYOR?
Tabii ki ana soru, araç ve tekniklerinden daha öncelikle, radikal eğilimlerin hangi şartlarda artış gösterdiğidir. Eşitsiz ve hiyerarşik toplumlarda, sınıfsal ve etnik ayrışmaların artış gösterdiği toplumlarda, sosyal sorunların artış gösterdiği toplumlarda, ön yargı ve ayrımcı dil, söylem ve uygulamaların artış gösterdiği toplumlarda bu tür eğilimler de artış göstermektedir.
Avusturalya veya Yeni Zelanda’da kitlesel katliam veya terör olayları on yıllarda bir kez oluyor, oturup üzerine uzun uzadıya tartışıyorlar. ABD’de çok daha sık oluyor? Aradaki fark nedir?
Türkiye’de durum daha da vahim; hemen her gün terör veya nefret dili, başka en yukarıdaki politikacılar olmak üzere söyleme hâkim hale gelmiş bulunuyor. Bunun nasıl bir yarılma ve toplum yarattığı üzerine üniversitelerimiz, TÜBİTAK, TÜBA, milli eğitim, gazeteci, hukukçu, aydınlarımız düşünüyorlar mı? Yoksa doğrudan nefret dilinin, ön yargı ve ayrımcılıkların, düşmanlıkların bizatihi aracı ajanı durumundalar mı?
Yeni Zelanda’daki saldırıları, dahası her gün yaşadığımız Türkiye ve Suriye’deki nefret ve şiddet dilini, bizzat şiddet ve çatışmaları çok yakından analiz edip çözümler aramalı, çözümler üretmeliyiz.
Yoksa…
Birikimler hem şiddet ve daha acı ve daha büyük altüst oluşlara hem de devrimlere açıktır. Hangisinin baskın olacağı insan ve toplumların eyleyişlerine bağlıdır. Aklı başında taşıyıcılık, insani ve sosyal inisiyatifler yoksa ne çözüm ne de devrimler kendiliğinden oluşmamakta, geriye sadece acılar kalmaktadır.
Bugünden geçtik, gelecek için de henüz somut bir belirti bulunmamaktadır. Üniversitelerin bile sus pus olduğu, adliyenin iktidara bağlandığı, MEB’in spiritüel zemin ve uçma arayışında olduğu bir toplum ve dünyada daha çok bedeller ödenecek demektir.
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15
- Aileler çocuklarını MEB’den kurtarmaya çalışıyor: MEB eğitime, çocuklara, topluma zararlı hale mi geldi? 13 Eylül 2024 04:42
- Eğitimin sorunlarından öğretmenler ve müdür yardımcıları da mağdur 06 Eylül 2024 04:41
- Atamaların değeri değersizleştirilmesi üzerine 30 Ağustos 2024 04:44
- Tarihleri, çağları, problemleri karıştırmak: Ahilik de işletme de amaç ve işleyiş olarak okul değil 23 Ağustos 2024 04:46
- YKS, eğitim ve şehirler: Üniversitede resesyon, şehirde resesyon ve göç 16 Ağustos 2024 04:15