26 Mart 2019 19:29

2071’e götürecek köprü yıkılırken!

2071’e götürecek köprü yıkılırken!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hiçbir şey değişmiyor. Değişmez!

Bunlar bugünlerde siyasete dair yoğunluk kazanan tespitler.

Olumsuzluk, teslimiyet, seçimlere yönelik karamsarlık ya da kendince sarsıcı yaklaşım içeren bu tespitlerin yoğunlaşmasının sebebi ise...

İktidar cephesinden arka arkaya gelen şu salvolar:

Kayyım atanmış belediyeleri gerekirse ellerinden tekrar alırız!

Ankara Adayı Mansur Yavaş kazansa da hesabını vermekten kurtulamaz.

Muhalefet listelerinde 325 terörist tespit ettik. Bunlar seçilseler bile kalamazlar

Bütün bu salvolar...

Kazansan da her şey boş, hile ile olmazsa zorla’ duygusu yaratıyor.  

Peki hiçbir şey değişmiyor mu, değişmez mi?

Cevaptan önce...

Kısa bir seçim ve zaman dizimi yapalım!

1 Kasım 2015 genel seçimleri.

7 Haziran’da iktidar çoğunluğunu kaybeden AKP iktidarı yüzde 49.5 ile ezici bir üstünlük sağladı.

7 Haziran’daki değişim rüzgarı yerini dondurucu buzul iklimine bıraktı!

15 Temmuz 2016 sonrası.

Askeri darbe girişimini büyük bir lütfa dönüştüren hükümet, muhalefetin üzerinden silindir gibi geçti! Geniş bir milliyetçi muhafazakar blok oluşturdu.

Değişim ümidinin üzerine adeta beton döktü!

16 Nisan 2017 başkanlık referandumu.

Öncesinde...

İktidarın beklediğinin aksine beton bloklar çatladı, çatlaklardan umutlar fışkırdı.

Seçim günü kural değiştirildi, mühürsüz oylar geçerli sayıldı. Az bir farkla evet çıktı. Parlamenter rejim yerini başkanlığa bıraktı!

Şaibeler karşısında Cumhurbaşkanı... ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ dedi.

(Bütün büyük şehirlerin en büyüklerinde ‘hayır’ çıkmasına, bu tablo altında başkanlığı yönetmesinin hiç kolay olmayacağına, başkanın devleti şahsında bütünleştirmede zorlanacağına bakılmadı. Umutlar, ‘hile’ karşısında çaresiz kaldık duygusuna kurban edildi.) 

24 Haziran başkanlık ve genel seçimler.

Tıpkı referandum öncesinde olduğu gibi...

Yine ‘her şey bitti’ duygusunun yerini yeni umutlar aldı. Yeni bir ‘7 Haziran ruhu’ dolaşır oldu memlekette.

Fakat seçimlerde sandık sonuçları sağlıklı öğrenilemedi.

Sandıklar ‘bize emanet’ diyen muhalefet döküldü.

Büyük umutlar beslenen Başkan Adayı Muharrem İnce o gece ortalıktan kayboldu! Gece yarısı ‘Adam kazandı’ mesajı attı.

Onun ‘kazandı’ dediği Erdoğan ise Ankara’da yaptığı balkon konuşmasında zafer naraları atmak yerine, ‘Milletimizin sandıkta partimize verdiği mesajı da aldık’ diyordu.

(Reis’in gördüğü irtifa kaybını görmek yerine muhalefet cephesinde umutlar söndü. Yine hakim duygu, ‘Bu ülkede bir b.k olmaz’, ‘Artık bu ülkede yaşanmaz’ oldu).

HER SEFER AYNI SARMAL MI?

Süreci hatırlattık...

‘Her şey bitti’ tespitinin tekrar tekrar dirilen umut karşısında sürekli boşa düştüğünü göstermek için.

‘Umut fakirin ekmeği işte’ diye itiraz edenler olabilir.

Peki, milliyetçi muhafazakar iktidar kurduğu için destekçisinin artacağını düşünen hükümetin tabanını tutmakta zorlanmasına ne demeli?

Şimdi ekonomik kriz ortamında yeni bir umut var, muhalefet cephesinde!

Lakin...

Ekonomik krizin faturasını ödeyen işçi ve emekçiler örgütsüz. Muhalefet yetersiz. İktidar ama zorla ama hile ile de olsa bırakmamakta kararlı.

Bunlara bakarak...

‘Ortada umut değil aynı kısır döngü aynı sarmal var’ sonucuna varılabilir.

Peki ya...

Her geçen gün kendi gücünü artırdığını düşünen iktidarın sosyal, siyasal, ekonomik sorunlar karşısında müşkül duruma düşmesine ne demeli?

Her ne kadar öyle gözükse de ortada sarmal yok!

Siyaset odaklı bakmak yerine sandık sonuç odaklı yaklaşımın çıkmazı var.

Oysa muhalefet...

İktidarın otoriterleşmesini gördüğü kadar (ki şüphesiz var ve ağırlaşıyor)...

Kendisine siyaset yapma zemini oluşturan çelişkileri fark edebilseydi eğer...

Fasit daireyi değil ufku görürdü!

İktidar yorulurken, onu geride bırakabilmek için siyasi maraton koşmak gerektiği bilinci ile hareket ederdi.

***

Seçim sonrası, ‘Mesajınızı aldık, koşturmaya başlıyoruz’ cümleleri kuran muktedirlerin...

Koşturamadıkları görülüyor.

Sözlerinin gereğini yerine getiremedikleri için...

Yerel seçimde...

Kendilerine mesaj yerine, uyarı niyetine tokat atmaya hazırlandığının sinyalini veren kitlelere...

İçişleri Bakanı, ‘Zaman ders verme zamanı değil’ mesajları gönderiyor.

Böylesi bir durumda...

Şimdiden ‘Adam kazandı’ demek yerine... 

2071’e (Türklerin Anadolu’ya girişlerinin 1000. yılı) kadar koşmayı düşünenlerin tıkanmışlığı üzerine kafa yormak gerekmez mi?

ÖZ GÜVENİN KAYNAĞI

AKP’ye 2071’e kadar iktidar olmayı hayal ettiren öz güvenin temel bir dayanağı vardı: En alttakileri (emekçiler) ve en üstekileri (sermayedarlar) kendine bağlamış olmak.

Üstekilerden başlayalım!

Türkiye’nin en büyük sermaye grubu, bazı noktalarda çatışıyor olsa da iktidar destekçisiydi.

Zira, “Eyy TÜSİAD, Türkiye 1 büyürken siz 3 büyüdünüz” cümlesinde ifadesini bulan bir çıkar dünyası söz konusuydu.

Hükümette istikrar, kazançların istikrarı anlamına geliyordu.

En büyük sermaye grubunun yanı sıra...

Yandaş...

Anadolu kaplanları...

Yeşil sermaye...

İslami sermaye...

Burjuvazi...

Ve benzeri tanımlarla ifade edilen orta ölçekli sermaye grubu da büyüdükçe büyüdü! Varlığı AKP’nin varlığına bağımlı hale geldi.

Aşağıdakilere gelince...

Her 100 emekçinin 70’inin oyunu iktidara akıtacak bir bağ vardı.

Milliyetçilikten, muhafazakarlıktan çok daha büyük bir belirleyen, üç sac ayağı olan bağ.

Bir: Milyonlarca yoksula sosyal güvencesi olmasa da sağlık hizmeti (Nitelikli olmasa da eskiden sadece sigortalı olanların faydalandığı haktan yararlandırma hizmeti).

İki: Gıda, yakacak, bakım, eğitim, engelli desteği vb. adlarda milyonlarca aileye sosyal destek hizmeti. 

Üç: Parası olmayana da kredi ile tüketim yapabilme imkanı.

“Sağlık benden. Yoksulsan yardım benden. Yetmedi ise dünyanın en tılsımlı ‘fırsatı’; kredi ile borçlanarak gelirinden fazlasını harcayabilme olanağı, refah hissi benden” diye özetlenebilecek bir bağ.

En alttakileri (AKP’ye sıkıca bağlayan bu bağların dışında) üsttekilere de (sermayedarlara) bağlayan bir köprü vardı.

Üsttekilerle aynı anda mutlu olmanın bedelinin köprüsü...

Şöyle ki...

En üstekilerin çok kazanması için çok artı değer üretecek ‘ucuz emek’ gerekliydi.

Orta büyüklükteki sermayenin can damarı devlet ve inşaat rantıydı. Rant da beslenebilmek için çok artı değer üretecek ‘ucuz emeğe’ ihtiyaç duyan bir canavardı.

Bankaların dağıttığı krediler, mega projeler finansı yurt dışından geliyordu. Babasının hayrına gelmiyor, faizle besleniyordu. Faizi doyurmak için de çok artı değer gerekti.

İşte...

8 saatlik çalışma saatini...

Eskiden özel sektörde var olan cumartesi tatilini...

Unutturan, haftalık uzun çalışma saatleri...

Yılda ortalama 2 bin işçinin canına mal olan, ekmek teknesini ölüm makinesine döndüren çalışma yaşamı...

Sendikasızlık...

Hepsi ama hepsi...

Evdeki uzlaşının, işteki bedeli!

AKP’de bu azap köprüsü üzerine basarak...

2071’e kadar iktidar olabileceğini düşünüyordu. Çünkü en attakileri ve en üstekileri kazanmış bir iktidar, bu denge sürdüğü müddetçe uzun süre koltukta kalabilirdi!

DENGE BOZULDU!

Bütün bir denge, dışarıdan gelecek bol ve ucuz döviz ile...

Ucuz emek üzerine inşa edilmişti.

Şimdi o denge bozuldu!

Döviz Türkiye’ye yağacak kadar bol değil. Üstelik de pahalı (Bir dönem neredeyse sıfır faizle bulunan doların faizi şimdi yüzde 7. Ülke içinde dolarını bankaya yatırana yüzde 4 verilirken dışarıdan neredeyse iki katı faizle anca bulunabiliyor).

Sistemin çarkları yağlanamıyor.

Zira bol ve ucuz bulununca alınan aşırı doz döviz ekonomiyi zehirlemişti.

Yerli üretimi aşındırmış (Sanayi ithalata bağımlı hale geldi; 100 TL ihracatın 70 TL’sinde ithal arama malı ve hammadde kullanılıyor. Ha keza tüm girdileri ithal tarım da bağımlı halde!)...

Yabancı para cinsinden borcu artırmış (Bireyler, şirketler, bankalar borç içinde)...

Dış ticaret ve cari açığı büyütmüştü (Elin parası elin malını çılgınca tüketme hali).

Döviz gelmeyince üretim de tüketim de çakıldı!

İKTİDAR MUTLULUĞUN FORMÜLÜNÜ KAYBETTİ

Sebeplerini yazıda sıraladığımız gibi iktidar en alttakileri (emekçiler) ve en üsttekileri (sermayedarlar) kendine bağlamanın formülünü bulmuştu.

Şimdi mutluluğun formülü kaybedildi!

En üstekilerden başlayalım!

Üretim daraldı. Farklı sermaye fraksiyonları arasında ekonomik büyümenin nimetlerinden faydalanmak üzere kurulan koalisyon çatışıyor. Kâr paylaşımında kolay olan iş maliyeti bölüştürmeye gelince sarpa sarıyor. Hükümetin bağları tutma kabiliyeti zayıflıyor.

İktidar etrafında kümelenmiş sermaye için işler çok daha zor. Binlerce şirket konkordato ilan etti, binlercesi battı!

2019 kamu ihalelerini iptal eden hükümet yandaşı beslemekte zorlanıyor. Yaptırdığı işlerin parasını ödemiyor.

Mega projelerden, üçüncü havalimanı ortaklarından birinin ayrılması örneği gibi, kaçışlar başladı. 

KOBİ’ler için durum çok daha kötü! Ticari kredi olmayınca çarklar dönmüyor. Bu kadar yüksek faiz altında olması da zor gözüküyor. Haliyle borç yapılandırma, öteleme ile verilen hayat öpücükleri pek iş görmüyor.

En alttakilere gelince...

İktidara etkili bağlardan biri olan sağlık hizmeti çözülüyor. Hastaneye gidip hizmet almak eziyete döndü. İlaç bulmak imkansız oldu. Şehir hastaneleri dertleri büyüttü. Memnuniyet yerini öfkeye bıraktı.

En sıkı bağlardan biri olan sosyal yardımlar kesmez oldu. Zira işsizlik arttı, gelirler enflasyon karşında eridi. Gıda fiyatları cep yakar oldu. Yardımlar derman olamıyor.

Gelir artmadan harcamaların artabilmesi ‘mucizesi’; kredi kartı ve tüketici kredisine gelince... Cepte para erirken, kredide faizler tavan yapınca büyü bozuldu. Yoksulluk bütün çıplaklığıyla hissedilir oldu.

Büyük bir sel geldi 2071’e baktıran köprüye dayandı, köprüyü zorladıkça zorluyor.

İktidar kale gibi durabilir mi?

Yarın: AKP’nin bütün taşıyıcı kolonları çatlıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa