28 Mart 2019 19:54

Seçimlerin uygarlıkların yükseliş ve çöküşü ile ilişkisi nedir?

Seçimlerin uygarlıkların yükseliş ve çöküşü ile ilişkisi nedir?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1970’lerin sonlarında PTT bir pul çıkarmıştı. Traktöre binmiş insanlar, “Çarşıya mı ölüme mi gidiyoruz” benzeri bir ibare yer alıyordu. 2007’den bu yana, hele de Haziran 2015’ten bu yana seçime mi gidiyoruz, ölüme mi gidiyoruz, belli değil.

Daha doğrusu herkes bir şeyler hissediyor da, bunun sağlıklı bir gidişat olmadığını, sürecin her gün daha da kötüleştiğini hissediyor da tanımını yapmakta sıkıntıda bulunuyor.

Jeolojik alt üst oluşları, iklimsel alt üst oluşları, dört buzul çağını, doğal felaketleri bir yana bırakırsak insan uygarlıklarının oluş ve yokoluşu; gösterdikleri irade, yaptıkları bireysel ve toplumsal seçimlerle ilgili bulunmaktadır.

Dört ana soru sorabiliriz:

  1. Uygarlıklar nasıl oluşur?
  2. Uygarlıkların yükseliş nedenleri nelerdir?
  3. Uygarlıkların duraklama nedenleri nelerdir?
  4. Uygarlıkların çöküş nedenleri nelerdir?

Biraz daha somutlaştırırsak; Mezopotamya, Mısır, Çin, Pers, Antik Yunan ve Roma uygarlıkları nasıl oluştu, yükseldi ve çöktü? Çin, Pers, Bağdat, Şam, Libya, Selçuklu, Osmanlı için neler söylenebilir?

Sovyetler, Arap Birliği, Yugoslavya, Cumhuriyet Türkiye’si… oluşum, yükseliş, duraklama ve çöküş süreci nasıl işledi veya işlemektedir?

Sonuçları ve dışsal bağlamı üzerinden bir tespitte bulunsak, daha gelişmiş olanların daha azgelişmişleri ele geçirdiği ve yuttuğu gibi konjonktürel bir açıklama yapsak bile, sonuçta bu dört sorunun mahiyetine, daha esaslı olan içsel sebeplerine yanıt vermiş olmayız.

İçsel sebeplere, ana mahiyete gelirsek, insan ve toplumların nasıl bir irade gösterdikleri, uygarlıkların oluşum, yükseliş, duraklama ve çöküşlerinin ana motifleri arasındadır. İster İbn Haldun’dan Maciavelli’den Vico’dan, ister Kant, Hegel, Marx, Nietzsche, Franklin, Lenin, Atatürk’ten hareketle bakalım, sonuçta tarihin yapıcısı insandır, insan iradesidir.

EGEMENLİĞİN BİÇİMİ, SEÇİMLER, DEVLETİN MEŞRUİYETİ VE UYGARLIK

İbn Haldun, Mukaddime’de, devletlerin yükselişini kalem erbabının yükselişiyle ilişkili sayıyordu. Okumuş yazmışın yükselişi bilim ve felsefenin etkisi, az çok düşünce özgürlüğü,  egemenlik biçimi anlamına gelir.

Hobbes Leviathan’da egemenliğin ele geçirilme biçimlerini şu şekilde aktarmaktadır: “... egemenlik iki yoldan elde edilir. Birincisi ... doğal zor ile ... edinilmiş devlet... İkincisi, gönüllü olarak ... siyasal bir devlet veya sözleşme ile kurulmuş bir devlet.../ Pederşahi ve despotik hâkimiyet üzerine. Zorla kurulmuş bir devlet ... tek tek insanlar veya çok sayıda insan, oy çokluğu ile, ölüm veya esaret korkusundan, onların hayatını ve özgürlüğünü elinde tutan insanın veya meclisin bütün eylemlerini kabul ettiklerinde, egemen güç zorla ele geçirilmiştir./ Despotik devlet nasıl elde edilir. Fetih yoluyla veya savaşta zafer kazanarak elde edilen hakimiyet, efendi veya sahip anlamına gelen ... yazarların DESPOTİK dedikleri şeydir ve efendinin uşağı üzerindeki hakimiyetidir (Hobbes 1992 [1651], s. 130, 147, 150).

Osmanlı; Hobbes’da “despotizm” veya “pederşahi”, Montesquieu’da “istibdat”, Bodin’de “zulüm monarşisi”, Pufendorf’da “mutlak monraşi”, Weber’de “patrimonyal monarşi” olarak adlandırılmaktaydı (Timur, 1994, s. 152). İbn-i Haldun’a göre, Osmanlı’nın normal yönetim şekli “istibdat”tır. İstibdatı keyfilik boyutuyla birlikte ele alınca, bu, despotizme denk gelmektedir (Timur 1994, s. 271). Montesquieu’ya göre “monarşi yönetimi bir kişinin, ama belirli ve yerleşmiş yasalarla yönetimidir. İstibdat yönetimi ise, bir kişinin yasasız ve kuralsız olarak kendi istek ve heveslerine göre yönetimidir” (Aron 1986, s. 32).

Hegel’e göre tekilin ihtiyaçlarının karşılanması, “herkesin herkese bağımlılığı” ile olanaklı olup “bütünün kendi ihtiyaçlarını karşılaması herkesin işidir”. “Ancak kanuna itaat eden irade hürdür; çünkü kendi kendisine itaat etmiş olur”; “Devlet objektifleşmiş akıl olduğuna göre, fert ancak devletin bir üyesi olmak sıfatıyle objektifliğe, gerçek şahsiyete ve ahlâki bir hayata kavuşabilir (Hegel, 1881, Tarih Felsefesi Üzerine Dersler, s. 41, Hukuk Felsefesi, 155-156; Al. Spitz, 1994, s. 253-254). Bu analizler devletin bireye hizmetini garanti etmiyor, aksine birey ve küçük grupların devlete itaatini meşrulaştırıyor. Türkiye’deki “ordu-millet bütünlüğü” söylemi de aynı içerikte sayılabilir.

Ancak bir yandan “devleti kutsamak”, diğer yandan da “aşırı tekilleşme” tekili (insanı) güvencesiz bırakıp “toplumsal bütünlüğün monadına dönüştürüyor; bir süreç ki ilerleyen rasyonelleşme, yani insanların standartlaştırılması, artan gerilemeyle müttefik” hale geliyor (Horkheimer ve Adorno, 1956, s. 36).

Lenin’e göre “demokrasi, bir devlet biçimidir, devletin çeşitlerinden biridir. Bunun sonucu olarak, her devlet gibi, bir yandan kişilere karşı zorun, örgütlenmiş, sistemli olarak kullanımını temsil eder; ama öte yandan, yurttaşların eşitliğinin biçimsel olarak kabul edilmesi, herkesin devletin yapısını belirlemede ve onu yönetmede eşit hakka sahip olması da demektir... Silahlı işçilerin devleti biçiminde de olsa bir devlet makinesini koymak olgusuyla sonuçlanır” (Lenin 1992: 95-96).

Weber, demokratik sistemlerde temel disiplin aracının serbest özgür seçimler olduğunu ileri sürüyor. Türkiye’nin sorunu “serbest, özgür” seçim şartının karşılanıp karşılanamamasıdır. Eğer seçimlere güven ortadan kalkarsa “liberal demokrasi” bile meşruiyetini kaybeder, “liberal devlet” bile varoluş sorunları yaşamaya başlar. Türkiye bu noktaya gelmiş, dahası giderek Osmanlı’nın en bozuk dönemlerine doğru, geriye doğru bir gidiş halindedir.

D.CEYHUN: FİLOZOF, ÖĞRETMEN, EDEBİYATÇILARIN ROLÜ

Demirtaş Ceyhun’a göre, edebiyat, ana belirleyicilerden biri olup özgür düşüncenin yolu edebiyattır. Bunu

Edebiyat = Özgür Düşünce

Şairler (Yazarlar) = Aydınlar

özdeşleştirmeleri ile formüle etmekte ve çok sistematik olmasa da Antik Yunan, Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet boyunca tarihsel örneklere dayandırmaya çalışmaktadır. Divan şiirinin gelişimi ile imparatorluğun gelişmesi arasında, Osmanlı yükseliş dönemi ile divan şiirinin (divan şairleri) yükselişi arasında koşutluk, hatta organik bağ vardır (D. Ceyhun, “Aydınlarımız ve Laisizm”, 2000:137-140).

İ. Kant’ın “Aydınlanma”sı, insanın akıldan uzaklaşması veya akla yaklaşması, K.Marx’ın üretim ilişkileri ve sınıfları üzerinden de okuyabiliriz aynı süreci. M.Cevdet’in Defne Ormanı şiiri yaşananları ve yaşanacaklara şairene bir tarzda işaret etmektedir.

Filozofon, bilim kişilerinin, edebiyatçının, şairin, yazarın, aydının –dahası insanın kendi aklının yerine “dinciyi/şeriatçıyı”, demokrasi ve özgürlüklerine yerine şeyhi, şıhı, padişahı, otokratları geçirirseniz, Roma Cumhuriyetinin cumhuriyetten krallığa geçtikçe, Hıristiyanlaştıkça, Osmanlı’nın kabileler konfederasyonundan ve divandan padişahlığa, bilim ve felsefeden halife ve şeyhülislamlığa geçtikçe battığı gibi Türkiye Cumhuriyetinin batışı da çok uzak gözükmemektedir.

ÇÖKÜŞ KESİN, DEVRİMLER TOPLUMSAL İRADEYE BAĞLI

Hobbes’un, Bodin’in, Montesquieu’nun, Kant’ın, Hegel’in, Weber’in, Lenin’in değerlendirmeleri akli ve bilimsel ilkeleri, demokrasi ve özgürlükleri uygarlığın şartı sayıyor. Daha ütopik olanı ise, daha gaye olanı ise tüm insanların özgür, eşit, mutlu yaşayacakları toplum modellerinin oluşmasıdır.

Hobbes’un modern uygarlık için önceliği “güçler ayrımıdır”. Liberal düzende hak ve özgürlükleri güçler ayrımı dışında koruma ve sürdürme şansı yoktur. Modern formda serbest seçimler ve eşit seçim şartları bunun asgarisini oluşturmaktadır.

Türkiye ütopyaları bir yana bırakalım, liberal demokrasilerin bile asgarilerinden her geçen gün uzaklaşıyor.

Çöküş kesin ve yakındır. Çöküşün sonucu ölüm de devrimler de olabilir - çöküşün devrime dönüşmesi garanti değildir, bizim alacağımız kararlara, göstereceğimiz iradeye bağlıdır.

Bilimden, aydınlanmadan, insanlıktan ve yaşamdan yana toplumsal irade gösterilebilirse devrimler yakındır.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa