07 Nisan 2019 20:35

NBA'in evrimi: En kolektiften en 'tek adam'a

NBA'in evrimi: En kolektiften en 'tek adam'a

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Birkaç senedir kendimi 90’lar ve 2000’lerin başında 81-79, 84-83 gibi skorlarla biten NBA Play-Off maçlarının tekrarlarını izlerken buluyorum. Nostaljiciliği, eskiye özlemi oldum olası sevmem hele ki takım oyunlarının evriminde ilerlemeye inanırım. Öyleyse bana New York Knicks-Indiana Pacers rekabetini özleten şey nedir? Oyunun evrimi daha akılcı ve kolektif bir yere doğru giderken yoldan mı çıktı yoksa!

NBA basketbolunun maksimum skor verimliliği yakalamak için hız, 3 sayı ve boyalı alan odaklı bir hale bürünmüş olması yeni bir şey değil. Bu konuya dair yıllar içinde bu köşede de bir sürü yazı yazıldı. Ama aşamaların bu kadar hızlı katedilmesi bize gerçekten bir çeşit “devrim”in içinde olduğumuzu hatırlatıyor. Tabii “devrim”den herkes hoşnut olacak diye bir şey yok. Gregg Popovich bile sahadaki şeyi “basketbol” olarak tanımlamıyorken benim de James Harden’ı görünce ekranı kapatmam anlayışla karşılanmalı.

“Basketboldaki devrim” derken aşamalı bir süreçten bahsediyoruz. Buna “handcheck” kuralının kaldırılmasıyla kısalara savunma yapmanın zorlaşması ve boyalı alana girmenin kolaylaşması da, takımların daha hızlı oynamak için giderek kısalması da, 3 sayılık atışların daha fazla tercih edilmeye başlanması da dahil.

21 yıl önce Michael Jordan, tarihin gelmiş geçmiş tartışmasız en iyisi olarak basketbolu 2. kez bıraktığında üç sayılık atışlar onun oyununda küçücük bir parçaydı. 3 sayılık atışlar uzmanlık işiydi, Reggie Miller ve Glen Rice gibi o dönemin 3 sayıcı yıldızlarının dahi maç başına kullandığı üçlük sayısı 5-6’yı geçmiyordu. Mesafelerin bu kadar genişlemediği basketbolda orta mesafe oyunu bir sanattı ve bu oyun Hakeem ve Jordan sonrasında Kobe Bryant, Tim Duncan gibi “footwork” yani ayak hakimiyeti uzmanlarını; o kadar yetenekli olmayan şutörler içinse daha organize setleri, perdeleri, hazırlanmış şutları gerektiriyordu.

Oyunun evrildiği nokta tüm bunları anlamsızlaştırdı. Oyunun matematiği, en verimli skor noktaları olarak 3 sayı, boyalı alan ve serbest atış çizgisini işaret ediyor ve doğal olarak bu alanın uzmanları en büyük yıldızlar olmaya başladı.

Bu yıldızların başında James Harden geliyor. Harden yıllar içinde maç başına 13’ü üçlük 25 şut kullanan, 11 kez serbest atış çizgisine giden, 8 asist yapıp 5 top kaybeden bir isme dönüştü. Bu sayılar takımın tüm hücumunun Harden’ın üzerinden döndüğü anlamına geliyor. Zaten top kullanım oranı(bu sezon 39.5, en yakın rakibi Embiid’in 7.1 önünde) rekor seviyede. Harden bu yıl 36.2 sayı ortalamayla oynuyor, takımına pek çok maçı “tek başına” kazandırdı ama zaten aksi mümkün mü? Mike D’Antoni’nin takımında izolasyon oyunu öyle bir seviyeye geldi ki Harden bazı maçları hiçbiri takım arkadaşlarının asistiyle kaydedilmemiş 50 sayıyla tamamlıyor!

Mike D’Antoni, 2004/05’te Phoenix Suns’la birlikte sahalarda fırtına gibi esen ve yağmur gibi 3 sayı gönderen bir takım yarattığında ben dahil herkes büyük heyecan duyuyordu. Ancak Steve Nash’in öncülüğündeki o takım aynı zamanda ligin en kolektif oyununu oynuyordu. Bugün gelinen noktada ise devrimi başlatan D’Antoni şimdi tarihin en “Tek adam” kontrolündeki takımına koçluk ediyor.

ABD basketbolu her zaman “yıldız”larla, kahramanlarla, bireysellikle anılır. Çoğu zaman bu, takım oyununun rolünün gizlendiği ideolojik bir tercih olarak karşımıza çıkar. Bugün Houston Rockets’ın başarısında da Harden dışındaki parçaların rolü elbette var ama Rockets oyununun vardığı nokta endişe verici. Çünkü bunun artçıları olacak. Harden gibi tüm yeteneklerinin yanı sıra oyunu solo oynayan, kendi başlayıp kendi bitiren, faul alma konusunda uzmanlaşmış yeni yıldızlar göreceğiz. Açıkçası bu bana korku filmi senaryosu gibi geliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa