31 Mart seçimleri: Anayasa ilga edilirse mafya devleti ortaya çıkar
Fotoğraf: Envato
Hayatın esasını sürekli hareket oluşturuyor. Yaşamak hareket etmek anlamına, etkinlik anlamına, insan için idrak etmek, düşünmek, dahası sadece uyarlanmak değil aynı zamanda uyarlamak, değiştirmek anlamına geliyor. Düşünmek ve değiştirmenin şartını her şeyden önce aklın özgürlüğü, insanın özgürlüğü oluşturuyor. Yaşamaktan vazgeçilemiyor ancak yaşamaktan yaşamaya farklar var. Türkiye’de yaşamak az çok bir “otoriter” anlayış altında yaşamak anlamına geliyor. Ortadoğu’da yaşamak, Doğu’da yaşamak hem otoriter rejimler hem de keyfiyet anlamına geliyor.
Ortadoğu ve Doğu ülkeleri bin yıllardır, hele de son iki yüz yıldır padişahlık, krallık, monarşi, keyfi yönetimlerle uygarlık arasında büyük bir sıkışma içinde bulunuyor, ağır bir mücadele sürüyor. Aklın özgürlüğü, insanın özgürlüğü açısından, demokratikleşme açısından belki Türkiye ve Hindistan taşıyıcı olabilirdi ama onlar da bir yandan din-gelenek ile bilim ve özgür düşünce, diğer yandan demokrasi ile otoriter ve üstelik keyfi yönetimler arasında debelenip duruyor. Türkiye insan temel hak ve hürriyetleri, az buçuk liberal demokrasi kazanımlarını bile kaybetme eğiliminde; 12 Eylül Anayasası bile bugünkü yapılanların çok ilerisinde bulunuyor.
Kanaatim o ki; Türkiye anayasal sistemin dışına doğru hızlı bir gidişat içinde. Bunun sonuçları hem ülke hem de her bir yurttaş bazında, dahası bütün Türki, İslami, Kürdi… halklar bazında hiç de iç açıcı olmayacaktır. Bölgede otokrat ve fırsatçıların, dışta emperyalistlerin işine gelecektir, onlara yem olacaktır.
31 Mart seçimleri sonrası yaşanan gelişmeler sanki Anayasa’nın tümden ilga edildiği, herhangi bir anayasal veya yasal norm veya ilkenin özüne saygı gösterilmeyip her tür kararın “mercilere”, Cumhurbaşkanlığına, AKP’ye, MHP’ye, İç İşleri Bakanlığına, YSK’ye, onların emir ve eğilimlerine bırakılmış gibi bir izlenim bırakıyor ki, bu durum mevcut anayasa ve yasaların tümden yok sayılması, o yarı otoriter maddeler barındıran 12 Eylül Anayasası’nın bile yok sayılması anlamına geliyor.
KHK gerekçesiyle mazbata verilmemesi, Büyükçekmece’de kapı kapı dolaşılıp vatandaşın bilgi ve görüş açıklamaya zorlanması, başta İstanbul olmak üzere AKP-MHP ittifakının başarısız olduğu illerde seçim sonuçlarının şüpheli hale getirilmesi, AKP-MHP’nin önde olduğu yerlerde neredeyse tüm itirazların reddedilmesi… tek taraflı bir PARTİ-VESAYET devletine, böyle giderse bir ÇETE haline dönüşme riskini içeriyor. Oysa 31 Mart seçimleri normalleşme yönünde kullanılabilirdi. Böyle bir fırsat büyük bir pervasızlıkla yok ediliyor. Birkaç Anayasa maddesini hatırlamak bile yapılanların vahametini göstermeye, Anayasa dışılıkları göstermeye yeter. Anayasa “Başlangıç” (…) “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa’da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;” “Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;”
VI. Egemenlik MADDE 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.(…)
VII. Yasama yetkisi MADDE 7- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
IX. Yargı yetkisi MADDE 9- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.
IV. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması MADDE 15- Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir./ Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. B. Kanunî hâkim güvencesi MADDE 37- Hiç kimse kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz./ Bir kimseyi kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. C. Suç ve cezalara ilişkin esaslar MADDE 38- (…) Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Ya sayılırsa...
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15
- Aileler çocuklarını MEB’den kurtarmaya çalışıyor: MEB eğitime, çocuklara, topluma zararlı hale mi geldi? 13 Eylül 2024 04:42
- Eğitimin sorunlarından öğretmenler ve müdür yardımcıları da mağdur 06 Eylül 2024 04:41
- Atamaların değeri değersizleştirilmesi üzerine 30 Ağustos 2024 04:44