Beterotu ve Devran
Fotoğraf: Envato
Bunaltıcı gündemlerin arasında, az da olsa nefes alabilmek için, iyi edebiyat her zaman kurtarıcıdır. Bu nedenle, bu haftaki köşe, merakla beklediğim ve severek okuduğum iki kitaba dair.
Edebiyat metinleri tadındaki haberleriyle farkını hep hissettiren Pınar Öğünç’ün İletişim Yayınlarından çıkan yeni öykü kitabı ‘Beterotu’ ile iki buçuk yılı aşkın süredir cezaevinde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın aynı yayınevinden çıkan yeni kitabı ‘Devran’.
‘Beterotu’ ile başlayalım. İlk öyküde ‘Afiyet Ev Yemekleri’ lokantasında öğle yemeği hengamesi bittikten sonraki kısa çay molasında insanların ‘Kendi içinin mutfağına geçmesi’ tarifi, sanki diğer öykülerin de içinden geçerek, kitabın sonuna kadar karakterler arasında dolanıp duran bir imge gücünde. Yazarın, içinin mutfağından geçerek gündelik hayatın çeşitli alanlarında türlü şeyler yaşayan karakterlerin içinin mutfağına giriyoruz.
‘Beterotu’ndaki hikayeler, bizi gündelik hayatın rutini içinde yazarın titiz ayrıntı seçiciliğiyle bir yolculuğa çıkarıyor. Motorlu Kurye İlyas ile mesai saatleri içinde, çalıştığı çamaşırcı dükkanında, dışarıda 3 sigara içme hakkı olan Filiz’in kırık dökük aşklarından, başka bir öyküde plaza hayatının kuşatılmışlığı içinde iki insanın, birbirlerinde keşfettikleri nefes alma haline ulaşıyoruz. Günün hangi saatinde plazanın hangi noktasında durmak, o dünyayı biraz olsun çekilir kılabilecek bir armağan sunabilir? Bu mekanlarda, kendine bir arka bahçe yaratabilmek mümkün müdür?
Öğünç, kitabında tüm bunları, gündelik hayatın ilişkileri üzerinden izlerken, bir kapitalizm eleştirisini de alttan alta hissediyoruz. ‘Çimento’ adlı öyküde Esra’nın yeni taşındığı dairedeki bir tamir işi için çağırdığı tesisatçının verdiği bir sır ile bütün apartman sakinlerinin hayatının içine kadar sızan şey, kapitalizmin kâr hırsının sonuçlarından başka bir şey değildir. Binanın inşası sırasında iş cinayetine kurban giden ve üzerine bir beton dökülen, çimentoya karıştırılan işçi, acaba hangi dairenin altında ya da duvarındadır?
Kalbinizin takılı kaldığı birinin WhatsApp’ta çevrimiçi görünüp görünmediğine, göründü ise ne zaman göründüğüne bakmak ve görünmediği zamanlarda neler yapmış olabileceğini kurmak… Bunu muhtemelen birçok kişi yapmıştır, ama sadece bazıları itiraf eder. Günümüzün dijital ritmi ile belirlenen yeni ilişkiler dünyası, o ilişkilerdeki ince ayrıntılar da Öğünç’ün yeni kitabının konuları arasında.
Her öyküsünü ayrı bir tat alarak okuduğum Pınar Öğünç’ün, aşka dair yazarken, kişileri özel olarak birleştirmek ya da ayırmak gibi klişelerin uzağında durması da, kanımca her insani ayrıntıyı kendi özgünlükleri içinde anlamaya bir davet.
Ve Devran. Bir hukukçu, insan hakları savunucusu ve siyasetçi olarak, bu ülkenin zor bir dönemine hem tanıklık etmiş, hem de sanığı yapılmış Selahattin Demirtaş’ın, edebiyata yansıttıkları bütün bu özelliklerinden izler taşıyor.
Geçmiş, insanların hayatından, takvimin yapraklarının çevrilmesi ya da akıllı telefonunuzda günlerin birbiri ardına akıp gitmesi kolaylığında geçip gitmez. Çeyrek asır sonra bile, hayatınızdaki bir gelişme, gerilere itmeye çalıştığınız bir azap duygusunu getirip hayatınızın tam merkezine koyuverir.
Kitaba adını da veren ‘Gün Olur Devran Döner’ de bunu anlatıyor.
‘Devran’daki öykülerin ortak göndermesini ‘insan kalabilmek’ diye özetleyebiliriz. Demirtaş’ın esprili ve ironik üslubu, ikinci kitabında da kendisini fazlasıyla hissettiriyor.
Devran’da karakter inşası, kurgu ve anlatım tekniği bakımından 3 öykü özellikle dikkatimi çekti: ‘Gün Olur Devran Döner’, ‘Dedemin Krallığı’ ve ‘Yeni Hayat’.
Kitabın en uzun öyküsü olan ‘Dedemin Krallığı’, küçük bir dağ köyündeki bir cami hocasının, Amerikalı bir akademisyenin Ortadoğu’da eğlence kültürü hakkında yazdığı bir kitaba da konu olan hikayesini anlatırken, okuru peşinden sürüklüyor.
Karakter inşası bakımından kanımca en başarılı öykü ise, cenaze levazımatçısını anlattığı ‘Yeni Hayat’. Hatta bu öyküyü, politik göndermeleri öne çıkan öykülerden daha çok tuttum.
Öyküdeki ikinci karakter gibi duran ama ana karakter kadar da sivriltilen ‘cenaze levazımatçısı’, biraz daha derinleştirilse Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’ndeki efsane karakteri ‘Zebercet’ gibi unutulmaz bir roman kahramanına da dönüşebilir diye düşündüm okurken.
Her iki kitap için daha fazla ayrıntıya girmeden burada durmak ve gerisini okura bırakmak, sanırım en iyisi.
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00
- ‘Yerli ve milli muhalefet’ tuzağı 07 Ekim 2024 05:13
- Bu sadece bir İsrail savaşı değil 30 Eylül 2024 05:00
- Savaş satanların yarışında söz sahibi olmak... 23 Eylül 2024 05:00
- Önce ölüm fermanını imzaladı, sonra kurbanıyla kağıt oynadı 16 Eylül 2024 05:30