Erdoğan’ın ‘Türkiye ittifakı’ çağrısı ve Kılıçdaroğlu’ya saldırı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte ‘Türkiye İttifakı’ olarak hareket etmeliyiz” açıklamasının üzerinden çok geçmeden Hakkâri’deki çatışmada yaşamını yitiren Sözleşmeli Er Yener Kırıkçı’nın Ankara Çubuk’taki cenaze törenine katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu saldırıya uğradı. Saldırının öyle rastgele bir araya gelmiş kişilerin işi değil, ortada organize bir linç girişimi olduğunu anlamak için saldırı ile ilgili görüntüleri izlemek yeter.
‘Barış Anneleri’ne saldırmak; onları coplayıp yerlerde sürüklemek konusunda bile zerrece tereddüt göstermeyen polislerin; Emniyet Genel Müdürü, Ankara Emniyet Müdürü, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanının bulunduğu bir törende Kılıçdaroğlu’ya yönelik saldırıyı izlemesi herhalde güvenlik zafiyeti ile açıklanamaz.
Bu saldırıyı yapanların Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere iktidar sözcülerinin kendi karşıtlarını düşmanlaştıran, terörize eden nefret söyleminden güç aldığını söyleyebilmek için de öyle derin tahliller yapmaya gerek yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim meydanlarında “CHP’ye gidecek oyların terör örgütlerine gideceği” açıklamaları ve ‘Millet ittifakı’nı aşağılık bir ittifak olarak göstermek için kullandığı ‘Zillet ittifakı’ söylemi daha unutulmadı. Öte yandan düşünün ki, görevi toplumun huzurunu korumak, güvenliğini sağlamak olan bir İçişleri Bakanı, ana muhalefet partisini “terör iş birlikçisi” ilan ediyor ve CHP’lilerin ‘şehit cenazelerine’ alınmaması talimatını verdiğini açık açık söyleyebiliyor. Dolayısıyla eli kanlı mafya babalarının bile iktidar sözcüsü gibi davranıp toplumu tehdit edebildiği böylesi bir tablodan birilerinin kendilerine vazife çıkarması şaşırtıcı olmasa gerek.
Peki, bu saldırının arkasında kimler veya hangi hesaplar olabilir?
Bu sorunun yanıtını bulmak için öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” çağrısına ve Cumhur İttifakının küçük ortağı Bahçeli’nin bu açıklamaya tepki göstererek yaptığı “Bizim ittifakımız Cumhurladır” açıklamasına daha yakından bakmak gerekiyor.
31 Mart yerel seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok büyükşehiri kaybeden AKP’nin yara aldığı ve seçim sonuçlarının AKP-Erdoğan iktidarının MHP’ye olan bağımlılığını arttırdığı açıktır. İşte Erdoğan’ın açıklamaları bu sonuçlardan bağımsız düşünülemez. Erdoğan, ‘Türkiye ittifakı’ açıklamasıyla ‘beka’ sorunu olarak gördüğü/gösterdiği Kürt sorunu (Suriye Kürtlerine müdahale) ve ekonomik kriz gibi konularda muhalefeti de kendi politikaları etrafında birleşmeye zorlamak istemektedir. Bu girişimin elbette kendi iktidarının MHP’ye olan bağımlılığını da azaltmaya çalışma gibi bir yönü de bulunmaktadır.
Burada 82 milyonu birleşmeye çağıran Erdoğan’a sormak gerekiyor:
Bugüne kadar grevlerini yasaklamakla övündüğünüz ve bugün kıdem tazminatlarına göz diktiğiniz işçiler bu ittifakın neresindedir?
Kürt sorununun savaş ve şiddet yöntemleri yerine barışçıl demokratik çözümünü savunduğu için her fırsatta yöneticilerini “teröristlik” ile suçladığınız HDP’ye oy veren milyonlar, açlık grevindeki çocuklarının sesini duyurmaya çalıştıkları için saldırıya uğrayan Barış Anneleri bu ittifakın neresindedir?
Fırsatçılık ile suçladığınız EYT’liler, uyguladığınız dışa bağımlı politikalar nedeniyle artık bitme noktasına gelen tarım ve hayvancılık ile uğraşan köylüler, iş güvencesini ortadan kaldıracağınızı ilan ettiğiniz kamu çalışanları… bu ittifakın neresindedir?
Bu sorular çoğaltılabilir ancak bu kadarı bile ‘Türkiye ittifakı’ çağrısının tek adam rejimi ve bu rejimin emek ve demokrasi düşmanı politikaları etrafında bir birlik çağrısı olduğunu görmek/göstermek için yeter. Dolayısıyla Erdoğan’ın çağrısı sanıldığı gibi uygulanan politikalarda bir yumuşama belirtisi değil, kendi iktidarını daha geniş toplum kesimleri nezdinde meşrulaştırma girişimidir.
Ya Bahçeli?
Bahçeli ve partisinin 31 Mart seçimlerinden ‘Cumhur İttifakı’nın kazanan tarafı olarak çıktığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü MHP, bugün bulunduğu pozisyon itibariyle hem iktidarın bütün nimetlerinden faydalanmakta ve hem de iktidara yönelik eleştirilerden kendini muaf tutabilmektedir. Yine yerel seçimlerde AKP ve MHP’nin karşı karşıya geldiği birçok yerde seçimi MHP’nin kazanması, AKP’den MHP’ye doğru oy kayışlarının olduğunu da gösteriyor. Açıktır ki, bu tablo Erdoğan iktidarının devamı bakımından MHP’yi kritik bir konuma getiriyor ve bu durum Bahçeli’yi fazlasıyla memnun ediyor.
Tam bu noktada Bahçeli’nin Kılıçdaroğlu’ya yönelik saldırı konusunda söylediklerine dönüp bakmak gerekiyor. Bahçeli’nin “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu?” diyerek saldırıya uğrayan Kılıçdaroğlu’yu suçlaması, başta sorduğumuz ‘Saldırının arkasında kimlerin ve hangi hesapların olduğu’ sorusunun yanıtını bulmaya bizi bir adım daha yaklaştırıyor.
Bahçeli, Erdoğan’ın ucu açık ‘Türkiye ittifakı’ çağrısına karşı çıkmakta; gerilimi tırmandırıcı ve toplumu kamplaştırıcı politikalar üzerine inşa edilen Cumhur İttifakının mevcut haliyle devam etmesini istemektedir. Bu konuda Bahçeli’nin sadece kendi partisinden değil, AKP içinden de azımsanmayacak destekçisi olduğu da bilinmektedir.
Sonuç olarak, Erdoğan’ın ‘Türkiye ittifakı’ çağrısı ya da Bahçeli’nin Cumhur İttifakı ısrarı, tek adam rejiminin 31 Mart’tan sonra nasıl devam edeceği, etmesi gerektiği konusunda yeni rejimin ortakları arasındaki bir tartışmayı işaret ediyor. Ancak tek adam rejiminin dayanaklarını güçlendirmeyi amaçlayan böylesi bir tartışmadan/çatışmadan emek ve demokrasi güçlerinin lehine bir sonuç çıkmayacağını görmek için Kılıçdaroğlu’ya yapılan saldırıya bakmak yeter.
Demokratik bir ülke ve insanca yaşam için; emek ve demokrasi güçlerinin önünde tek adam rejimine karşı 31 Mart seçimlerinde toplumun geniş kesimlerinde ortaya çıkan öz güven ve mücadele eğilimini büyütmekten başka çıkar yol bulunmuyor.
Evrensel'i Takip Et