"Çıplak ayaklar, bitli başlar" meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Atalarımızın imbiklerden geçirip, tülbentlerden süzüp, kevgir veya eleklerden titizlikle eledikten sonra verdikleri öğütlerine, nasihatlarına bakılırsa; Tanrı’mızın lütfedip bizlere bahşettiği yaşamımız boyunca yere sağlam basabilmemiz için öncelikle doğru dürüst bir ayakkabımızın yanı sıra, ayrıca ele güne, dosta düşmana karşı dolabımızda bir de “bayramlık” bir kunduramızın olması gerekiyor...
Yine atalarımızın kim bilir hangi dene-me ve yanılmalar sonucunda elde ettikleri çeşitli tecrübelerine göre, ayaklarımıza geçireceğimiz sağlam bir kundura ile “hayat” denen bu “uzun ince” yolda yürürken, attığımız her adımla birlikte kendimize olan güvenimiz giderek artarmış...
Sağlam, dayanıklı, tabanına demir kabaralar çakılmış postalımızla birlikte, keza yine siyah ya da kahverengi boyası pırıl pırıl parlayan körüklü bir çizmenin her adım başında cızır cızır öten fiyakalı sesiyle yürürken, sağa sola, ona buna caka atmanın keyfine de doyum olmazmış nitekim!..
Öyle ya da böyle, dur durak demeden dönüp duran şu garip dünyaya yalın ayak, başı kabak geldikten sonra, akabindeki günler zarfında analarımızın, nenelerimi-zin özenip bezenip ördükleri minik patiklerle yolumuza usul usul, siga siga, hedi hedi devam ederken, diğer yandan da zamanın hay huyu içinde bu kez de çarığından çizmesine, galoşundan potinine, yemenisinden iskarpinine varıncaya kadar ayaklarımıza çeşitli “kaplar, kalıp-lar” uydurduk, uyduruyoruz...
“Alem” denen bu diyara “selamünaleyküm” girizgahıyla ilk andan itibaren çıplak ayaklarımızla arzıendam edip, ardından da patik, matik falan feşmekan derken, bu arada kunduralarımızın bazıları nasırlarımızı azdırıp canımızı acıttığında, acaba “kabahat” yere sağlam basmayı bir türlü beceremeyen, dolayısıyla çağanoz misali yalpalayıp duran ayaklarımızda mı, yoksa her defasında tükürüklerimizle cilalayıp, nefeslerimizle hohlayıp, hesapça ayna misali parlatmaya çalıştığımız ayakkabılarımızda mı?
Aslında bu bapta ecdatlarımızın buyurduğu “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” veya “Baş nereye giderse ayaklar da oraya gider” minvalindeki kanaatlerinden yola çıkıldığında; anlaşılan o ki, şu kırtıpil cihanda attığımız her adımın yanı sıra, keza, ayaklarımıza geçirdiğimiz bilumum ayakkabılarımızla yola revan olduktan sonra işlerimiz, gidişatımız, hali-miz ahvalimiz sarpa sarıyorsa, demek ki kabahatin daniskasını ayak ya da çarıklarımızda değil, tam aksine gece gündüz, bayram seyran demeden hemen her fırsatta mangalda kül bırakmadan öğünüp durduğumuz, nedense ne hikmetse yere göğe bir türlü sığdıramadığımız bitli başımızın ta kendisinde mi aramamız gerekiyor, bilemiyorum Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30