Yanı başımızda kaynayan İdlib
Geçtiğimiz haftadan devamla konumuz yine İdlib.
Nisan sonunda Rusya, Türkiye ve İran’ın katılımıyla gerçekleşen son Astana zirvesinden de İdlib’e ilişkin bir çözüm çıkmayınca İdlib kazanı bir kez daha kaynamaya başladı.
Bir taraftan kenti kontrol eden kısaca Suriye el Kaidesi olarak adlandırabileceğimiz gruplardan Rusya’nın Lazkiye’deki üssü Hmeymim’e ve kent etrafına konuşlanmış olan Suriye ordusuna yönelik saldırılar başladı. Diğer taraftan İdlib’e askeri operasyon yapılmasını isteyen İran ve Şam’ın baskılarını arttırdığı Rusya, şiddetli hava saldırıları gerçekleştirmeye başladı.
Yerel kaynakların aktardıkları bilgilere göre Rusya’nın hava saldırılarında cihatçı gruplar açısından önemli noktaları ve lojistik merkezlerini vurduğu anlaşılıyor. Suriye ordusu ile İdlib’den Lazkiye, Hama ve Halep’e açılmaya çalışan cihatçılar arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
Son gelen bilgilere göre Suriye ordusu daha önce Astana ve Soçi’de yapılan anlaşmalarla belirlenmiş çatışmasızlık bölgelerinin bir kısmını içine alacak şekilde hedefini genişletmiş görünüyor. Türkiye’nin gözlemci noktalarının da bulunduğu bu alana yönelik hava ve kara saldırılarının şiddetlenmesi halinde o bölgedeki TSK varlığı da tehlikeye giriyor. Kısacası, cihatçıların kontrolündeki İdlib’de Türkiye’nin sonu belirsiz Suriye politikasının uzantısı olarak kurduğu gözlemci noktalarındaki askerlerin durumuna ilişkin risk giderek artıyor. Ki zaman zaman Türkiye’nin bu gözlemci noktalarına ek destek gönderdiği ve yine bu noktaların Suriye ordusu ve Rusya’nın kente yönelik saldırılarında hedef olduğu yönünde haberler de basında yer alıyor.
Sahada çatışmalar ve hava saldırıları bir kez daha şiddetlenirken siyasi düzeyde Türkiye, İdlib’e yönelik operasyonu erteletmek amacıyla bir kez daha girişimlerde bulunmaya başladı.
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiği yönünde Astana ve Soçi deklarasyonlarına birçok kez imza attı. Yine birçok resmi açıklamada da bu tutum vurgulandı ancak İdlib’e yönelik hava ve kara saldırılarının artmasının ardından Savunma Bakanı Hulusi Akar, Suriye ordusundan son günlerde cihatçılardan aldıkları alanlardan çekilmesini isteyen bir açıklama yaptı. Evet, Suriye ordusundan Suriye toprağı olan ve cihatçıların işgalinden kurtarılan bazı bölgelerden çekilmesi istendi!
Ardından Erdoğan ve Putin arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Telefon görüşmesine paralel olarak cumhurbaşkanlığı ve hükümete yakın kaynaklar “İdlib’de ateşkes ihlallerinden duyulan kaygıya” ilişkin açıklamalar yapmaya başladı. Türkiye’nin oradaki cihatçı yapılara ilişkin ağır sorumlulukları gönüllü kabul ettiği anlaşmalar ateşkesi de kapsıyordu ancak ateşkes birçok şarta da bağlanmıştı. Velhasıl ne telefon görüşmesi ne de Türkiye’den yapılan açıklamalar Rusya’yı pek etkilememiş olacak ki bu yazının yazıldığı saatlerde de Rusya’nın şiddetli hava saldırıları devam ediyordu.
İdlib’de tansiyonun çok yükselmesi ABD ve AB ülkelerinden de tepkiler almaya başladı. “İnsani durum” gibi gerekçelerin öne çıktığı açıklamalarda operasyonun durdurulması gerekliliğine vurgu var çoğunlukla. Bir başka dikkat çekici nokta ise, Batı basınında yer almaya başlayan “Suriye ordusunun İdlib’de kimyasal saldırı yapabileceği” yönündeki haberler ve yorumların artmaya başlaması. Bu arada ABD’nin Suriye’yi vurmak için gerekçe olarak kullandığı “Şam-Duma’da kimyasal kullanıldı” söylemlerinin doğru olmadığı da ortaya çıktı. OPWC’nin nedense dünya basınında pek yer bulmayan raporunda “Duma’daki kimyasal tüplerin havadan atılmadığı, sonradan yerleştirildiği” yönünde değerlendirmeler yer alıyor. Ki Suriye’deki süreci başından beri izleyenler açısından kimyasal senaryosunun yeniden gündeme gelmesi Suriye ordusunun ilerlemeye başladığı, karşısındaki grupların seçeneklerinin/gücünün kısıtlı olduğu, uluslararası toplumun hava saldırısı gibi doğrudan müdahale ile dengeyi değiştirmeye çalıştığı şartların yeniden ortaya çıktığını gösteriyor.
Şimdilik İdlib çevresine yönelik şiddetli bir şekilde devam eden hava ve kara saldırılarının İdlib’in tamamına yönelik büyük çaplı bir operasyona dönüşüp dönüşmeyeceği belirsiz. Ancak durumun çok ciddi olduğu, Türkiye’nin S-400 pazarlıkları dahil Rusya ile farklı dosyaları masaya koyarak İdlib meselesini bir kez daha dondurmasının güçleştiği söylenebilir. Buna ek olarak Türkiye’nin girişimlerine rağmen Rusya’nın hava saldırılarını hafifletmemesi hem Rusya’nın İdlib konusunda Türkiye’ye gösterdiği esnekliğin iyice azaldığının işareti. Yine Türkiye’nin İdlib başta olmak üzere Suriye konusunda Rusya’ya bağımlılığının boyutlarını da ortaya koyuyor.
S-400 krizi ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumlarla müttefiklik ilişkileri gibi sebeplerle ABD’nin Türkiye lehine sürece müdahale etmesi de şimdilik pek mümkün görünmüyor.
Zaten Türkiye’nin Suriye konusunda sık sık fikir ayrılığına düştüğü İran’a yönelik ABD yaptırımları giderek artarken son olarak Trump’ın savaş senaryolarını yeniden gündeme taşıyan açıklamaları geldi. Türkiye’nin İran konusunda politikasının ne olacağı, safını nasıl belirleyeceği, İran’a yönelik petrol ambargosu gibi yaptırımlara ilişkin nasıl bir formül bulacağı da çözüm bekleyen sorunlar arasında. Birçok sorunla boğuşan İran’dan İdlib konusunda açık destek alınabilmesi zor görünüyor.
Velhasıl İdlib kazanı kaynamaya başladı, kolay kolay sakinleşmeyecek.
Türkiye’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin yenilenmesi gibi, bir kesimin kendi bekasını kurtarmak için demokrasiyi, hukuku, adaleti ayaklar altına aldığı bir dönemde yanı başımızda kaynayan İdlib hepimiz için yakıcı olabilir. Sonuçta İdlib sadece Suriye’nin bir kenti değil, 2011’den beri Türkiye’nin iç politikasına eklemlenen Suriye politikasının en tehlikeli halklarından biri. Ekonominin alarm verdiği bir dönemde sınır ötesi seferlere çıkılması, amacı-gidişatı belirsiz politikalarla ABD-Rusya arasında top çevirme çabaları, ısrarla sürdürülen yanlış dış politikaların giderek ağırlaşan faturası göz önüne alındığında endişelenmemek elde değil.
Evrensel'i Takip Et