ABD-İran gerilimi ya da bitmeyen savaş!
Fotoğraf: Envato
New York Times (NYT) gazetesinin bir süreden beri ‘İran’ı kuşatma stratejisi’ uygulayan Trump yönetiminin “İran’a karşı Ortadoğu’ya 120 bin asker göndereceği” haberi, bölgede tansiyonun yükselmesine yetti. Trump’ın NYT’yi yalanlarken bile “Bunu kesinlikle yapardım ancak böyle bir şeyi planlamadık (…) Eğer planlamış olsaydık bundan daha fazla asker gönderirdik” demesi, aslında böylesi bir müdahalenin kısa vadede mümkün olmasa da uzun vadede ihtimal dışı olmadığını ortaya koyuyor.
NYT’nin haberiyle eş zamanlı olarak Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) kara suları civarında ticari tanker ve gemilere yönelik İran’ın suçlandığı -ki İran, bu suçlamaları reddediyor- sabotaj haberlerinin gelmesi dikkat çekiyor. Bilindiği gibi BAE, S. Arabistan ile birlikte ABD’nin İran’ı kuşatma stratejisinin en ateşli savunucusu konumunda bulunuyor. Öte yandan sabotaj haberleri ister istemez dikkatlerin İran ile birlikte S. Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt gibi ülkelerin kullandığı ve dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün üçte birinin geçtiği Hürmüz Boğazına çevrilmesine neden oluyor.
ABD’nin, İran’ın petrol ticaretini sınırlamaya yönelik yaptırım kararı sonrasında İran yönetimi, “İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kullanımı kısıtlanırsa boğazı geçişlere kapatırız” açıklamasını yapmış ve bu açıklamaya karşı ABD’den “İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması halinde bölgede petrol ticaretini korumak için askeri güç kullanmaya hazırız” yanıtı gelmişti.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, ABD’nin yakın zamanda yeni askeri güç göndermesinin ya da bir askeri müdahalesinin mümkün olmaması, İran’ı kuşatma stratejisine ve bu stratejiden ayrı düşünülemeyecek bölgedeki egemenlik/paylaşım mücadelesine bağlı olarak bölgede gerilimin tırmanmaya devam edeceği gerçeğini değiştirmiyor.
Peki, İran’ı kuşatmak ABD’nin bölgedeki egemenlik mücadelesi bakımından neden bu kadar büyük önem taşıyor?
Bu sorunun yanıtı için öncelikle Suriye savaşının başlatıldığı 2011’den bu yana olup bitenleri kısaca hatırlamak/hatırlatmak gerekiyor.
Çünkü Suriye savaşının hedefi sadece Suriye (Esad) rejimi değildi. Suriye rejiminin devrilmesi, İran’ın kuşatılması ve Lübnan Hizbullah’ının İsrail karşısında dayanaksız kalması anlamına gelecekti. Daha da önemlisi Rusya’nın bölgedeki etkisi zayıflatılacak ve özellikle enerji konusunda dışa büyük oranda bağımlı olan Asya Pasifik’teki rakip Çin’e karşı ABD’nin eli güçlenecekti. Yani ABD, hem bölgede ve hem de dünya genelinde zayıflamaya başlayan hegemonyasını yeniden güçlendirecekti.
Ancak bilindiği gibi savaş bu beklentinin tersi sonuçların ortaya çıkmasına yol açtı. İran, sadece Suriye ve Lübnan’da değil, Irak ve Yemen’de de etkili bir siyasi ve askeri aktör haline geldi. Rusya, Suriye’ye askeri güç göndererek Esad rejiminin düşmesini engellemekle kalmadı, yeni askeri üsler elde etti ve bölgedeki gücünü arttırdı.
İşte böylesi bir tabloda İran’ı kuşatmak, İran’ın ötesinde bölge genelindeki egemenlik/ paylaşım mücadelesi bakımından belirleyici bir önem taşıyor. Başka bir deyişle İran’ı kuşatmak ABD için, Rusya ve Çin gibi rakiplerinin etki alanlarını sınırlamak ve bölgedeki enerji kaynakları ve geçiş yollarını denetlemek anlamına geliyor.
Burada ABD’nin İran’ı kuşatma stratejisi bakımından altından kalkması kolay olmayan mali yükümlülükler getiren askeri güç göndermek yerine İran’ı büyük rakip ve tehdit olarak gören bölgesel müttefiklerini silahlandırmaya öncelik verdiğini de belirtmek gerekiyor. Bu temelde Trump’ın S. Arabistan Kralı Selman ile 350 milyar dolarlık silah-askeri iş birliği anlaşması yaptığı ve yine ‘Ortadoğu Stratejik İttifakı’ adı altında S. Arabistan’ın başını çektiği ve körfez ülkelerinin yanı sıra Mısır ve Ürdün’ün de içinde yer alacağı bir Sünni-Arap NATO’su kurmaya çalıştığı biliniyor.
ABD’nin İran’ı kuşatma stratejisinin en kritik konularından birini de Türkiye oluşturuyor. Çünkü ABD, bu stratejinin başarısı için Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor. Ancak ABD’nin Suriye’de Kürtlerle iş birliğine öncelik vermesi sonrasında Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya gelmesi ve Rusya ile yakınlaşması, Türkiye’nin bu stratejiye dahil edilmesini zorlaştırıyor. Bu nedenle bir süreden beri Türkiye ve ABD arasında Fırat’ın doğusunda “güvenli bölge” oluşturulması (Kürtlerin güç ve etki alanlarının sınırlandırılması) konusunda pazarlıklar yapılıyor.
1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’nın 100. yılında Ali Karataş’la birlikte hazırladığımız kitaba ‘Bitmeyen Savaş-Paylaşılamayan Ortadoğu’ adını vermiştik. Kitabın ön sözünde “Söz konusu olan Ortadoğu gibi dünyanın en önemli enerji kaynakları ve onların geçiş yollarının bulunduğu bir coğrafya ise; savaş, bu paylaşım mücadelesinin kaçınılmaz araçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor(…) O yüzden Ortadoğu’yu bitmeyen bir savaşın coğrafyası olarak adlandırmak abartılı olmayacaktır”* demiştik.
Bugün Suriye, yarın İran…Bu bölgenin halkları kendi geleceklerini kendilerinin belirleyeceği ve birlikte barış içinde yaşayabilecekleri bir gelecek için antiemperyalist-demokratik bir mücadeleye girişmedikçe emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler arasında bitmeyen savaş ve paylaşım mücadelesi bu coğrafyanın kaderi olmaya devam edecek.
(*) Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu, Haz: Ali Karataş-Yusuf Karataş, Evrensel Basım Yayın, s.13.
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04