"Şapa oturan adalet" meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Şu ya da bu nedenlerle yolları mahkeme kapılarına düşen vatandaşlarımızdan acaba oransal olarak kaçta kaçı, bu kararlara imza atan, hani deyim yerindeyse “kalıbını basan” hakimlerimizin; yansız veya bitaraf olduklarını peşinen kabullenip, ardından da “adalet” adına verilen bu kararlara gönül rahatlığıyla “şeriatın kestiği parmak acımaz” diyerek kendince teselli buluyor veya bulabiliyor?
Hesapça herkese, her keseye eşit mesafede olması gereken, bunu da anayasamızın olmazsa olmaz kurallarının en tepesine koyan hükümlerine binaen, mahkeme salonlarına haklarını, hukuklarını koruyup kollamak için yönelen vatandaşlarımızın yine acaba kaçta kaçı, hepsi de birbirinden değerli, işinin ehli hakimlerimizin verdikleri bu hükümlere eyvallah edip, saygı duyuyor?
Vatandaşlarımızın bir kısmı bu kapılardan daha içeri girmeden emniyet güçlerince yapılan üst baş aramalarının yanı sıra, ayrıca son model elektronik, teknolojik cihazlar vasıtasıyla tepeden tırnağa kontrol edileceklerini bildikleri halde, yine de becerebildikleri takdirde beraberlerinde taşıdıkları her türlü delici, kesici, patlayıcı ıvır zıvır aletleri gizlice içeri sokmaya çalıştıklarında; acaba niyetleri, maksatları ne olabilir ki!
“Adalet treni” gecikip “rötar” yaptığı durumlarda; belki de “geç gelen adalet, adalet değildir” tezinden hareketle kendi meşreplerine göre tez elden adalet dağıtma işine soyunup, ardından da koridorları kan gölüne çevirmeleri acaba ülkemizdeki adalet kavramının bir bakıma aynalara yansıyan acınacak hali, pür meali midir yoksa?
Ülkemizin bilumum sorunlarını kendi düşüncelerinin süzgecinden geçirip, tartıp, biçip akabinde de neyin yanlış, neyin doğru, neyin yampiri olduğunu, bu sorunların bu meselelerin kaynağında hangi kişisel menfaatlerin, hangi koltuk sevdasının yattığını; yazarak, çizerek anlatmayı görev belleyip, bunu da; giderek bit pazarına düştüğü için zerre kadar kıymeti harbiyesi kalmayan “yerli ve milli” duygulardan ziyade, tam aksine “evrensel” boyutlardaki hukuk kurallarıyla açıklamaya çalışan kimi insanlarımız; öncelikle “hain”, “bölücü” damgasıyla mühürlendikten sonra, ayrıca sözüm ona yargılanmak için iddianameleri dahi hazırlanmadan yıllarca kodeslere tıkılıp tutuklanmalarına ne buyrulur?
Adaletin mülkümüzün temeli olduğunu ama bu temelin sadece kağıt üzerinde kaldığını şu güzelim memleketimizde bu saatten sonra gari bilmeyen, bunu hatmetmeyen veya adı gibi ezberlemeyen herhangi bir vatandaş hala var mı veya kaldı mı acaba?
Memleketin, eh bittabii ki aynı zamanda da halkımızın mutluluğu için gece gündüz, bayram seyran demeden çalışıp çabalayan, her biri başımıza birer “adalet bekçisi” kesilen tepemizdeki sözde “adalet tellalları”, ortalıkta “adalet mülkün temelidir” diyerek tepinip dururken, diğer yandan terazisi paslanmış, kantarının topuzu hepten kaçmış, inim inim inleyen bu bizim diyarlardaki “adalet çarkı”mızın bütün bu olumsuzluklarına rağmen, yine de hepten şapa oturmaması için acaba günde beş vakit el açıp Allah'a yalvarmamız veya variller dolusu gres yağıyla iyice ovalayıp tümüyle rektifiye etmemiz mi gerekir, bilemiyorum Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30