S-400 açmazı, İdlib çıkmazı ve Kıbrıs gerilimi!
Fotoğraf: Envato
2018’in son MGK toplantısında ‘dış politika’ ve ‘güvenlik’ ile ilgili üç konu öne çıkmıştı.
Birincisi, ABD’nin Fırat’ın doğusunda Kürtler ile sürdürdüğü işbirliği ve bununla bağlantılı olarak ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerilimdi. İkincisi, Türkiye ve Rusya arasındaki ‘İdlib mutabakatı’nın devamının önündeki zorluklardı. Ve üçüncüsü de Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgaz rezervlerinin paylaşımı konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıklardı.
2018’in son MGK toplantısının önümüze koyduğu fotoğraf, Erdoğan iktidarının 2019’da bölgede (Ortadoğu) giderek sıkışacağını gösteriyordu. Öyle de oldu. Daha 2019’un ilk yarısında Erdoğan iktidarının bugüne kadar sürdürdüğü emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanarak kendine hareket alanı yaratma siyaseti ters tepmeye başladı. Emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanma siyaseti, ABD ve Rusya’nın Erdoğan iktidarını artık hangi tarafta olduğu konusunda bir ‘karar’ vermeye zorladığı/zorlayacağı bir noktaya geldi.
ABD’nin Suriye’de Kürtlerle işbirliği ve 2016’daki darbe girişimi sonrasında Erdoğan iktidarının Rusya ile yakınlaştığı biliniyor. Rusya için bu işbirliği NATO üyesi Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirerek ABD’nin planlarını bozmak için önemli bir fırsattı-ki, bu politikanın sivri ucunu Türkiye’ye S-400 savunma sistemi satışı oluşturuyor.
İşte ABD Savunma Bakanı Vekili Shanahan’ın 6 Haziran’da Milli Savunma Bakanı Akar’a gönderdiği ‘uyarı’ mektubu, Erdoğan iktidarını S-400’ler konusunda ciddi bir açmazla karşı karşıya bırakıyor. ABD mektubu, askeri olarak NATO’ya ve ekonomik olarak batılı emperyalistlere önemli oranda bağımlı olan Türkiye’yi, F-35 savaş uçakları ile ilgili programdan çıkarmakla ve ekonomik yaptırımlar uygulamakla tehdit ediyor.
Ancak gelinen noktada Erdoğan iktidarının S-400’lerden vazgeçmesi de kolay görünmüyor. Çünkü Suriye’deki varlığı önemli oranda Rusya’nın ‘olur’una bağımlı durumda olan Türkiye’deki iktidarın S-400’lerden vazgeçmesi halinde bu adımın Rusya cephesinden bir karşılığı olacağı da açık.
Zaten bir süreden beri İdlib’de de Türkiye’ye karşı Rusya’nın elini güçlendiren gelişmeler yaşanıyor. Türkiye’nin ateşkesin sağlanması ve cihatçı çetelerin tasfiyesi konusundaki taahhütlerine ters bir biçimde cihatçı çetelerin saldırılarının artması, Rusya ve Suriye rejiminin yeniden askeri operasyon seçeneğini gündeme getirmesine olanak sağlıyor. Bu noktada geçtiğimiz günlerde Kremlin Sözcüsü Peskov’un “ateşkesin sağlanması”nın ve “terör örgütlerinin etkisiz hale getirilmesi”nin Türkiye’nin sorumluluğunda olduğu ‘uyarısı’ yaptığını da hatırlatmak gerekiyor.
Bu gelişmeler İdlib’i de Erdoğan iktidarı için bir çıkmaz haline getiriyor. Çünkü ister kendi eliyle cihatçı grupları tasfiye etsin-ki bu mümkün görünmüyor- ve ister taahhütlerini yerine getiremediği için bu tasfiye askeri bir operasyon seçeneği ile gerçekleşmiş olsun, sonuçta İdlib sorunu üzerinden pazarlık yapma şansı giderek ortadan kalkıyor.
Burada söylemeden geçmeyelim: Önceki gün “Alevilerin kökünü kazıyacağız” deyip 2014’te IŞİD’e biat eden ve sonra Türkiye destekli Ceyş’ul İzze adlı cihatçı gruba katılan Abdulbasit el-Sarut adlı militan için Reyhanlı’da kitlesel bir cenaze töreni düzenlendi. Bu cenaze töreni duruma göre IŞİD, Nusra ya da diğer cihatçı gruplara katılan binlerce cihatçı militanın İdlib sorunuyla da bağlantılı olarak uzun vadede Türkiye için nasıl bir tehdit oluşturduğunun/oluşturacağının da fotoğrafını veriyor.
Dış politikada suların ısındığı bir diğer alan da Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı konusu. Öncelikle şunu belirtelim: Bir süreden beri devam eden bu sorunun son günlerde iktidar ve medyası tarafından özellikle öne çıkartılması akla İstanbul seçimleri öncesinde İmamoğlu için yapılan ‘Pontus’ propagandasını getiriyor. Nihayetinde karşımızda kendi ‘beka’sını, ülkenin ‘beka sorunu’ gibi gösteren bir rejim bulunuyor.
Ancak bu durum Doğu Akdeniz’deki enerji arama ve egemenlik mücadelesinin önümüzdeki süreçte Türkiye’nin dış politikadaki en öncelikli sorunlarından ve komşuları ile gerilim konularından biri olacağı gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “münhasır ekonomik bölge” ilan ettiği alanlarda Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi’nin de hakkı olduğunu savunuyor ve bu nedenle Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yaptığı anlaşmalar kapsamındaki arama çalışmalarını engellemeye çalışıyor. Erdoğan’ın daha önce yaptığı “Bunların efelikleri, bizim ordumuzu, gemilerimizi, uçaklarımızı görene kadardır” açıklaması, sadece Kıbrıs Rum Yönetimi ve onunla enerji aramaları konusunda anlaşmalar yapan AB tekelleri ile değil, İsrail, Lübnan, Mısır ve Libya gibi ülkelerle bir gerilim konusu haline gelme potansiyeli taşıyor. Ve Kuzey Kıbrıs’ın uluslararası hukukta meşruiyet sorununun bulunması, bu konuda Türkiye’yi yalnızlaştırıyor.
Sonuç olarak içerideki ekonomik ve siyasi sorunlar yetmezmiş gibi, iktidarın dışarıda da ısrarla sürdürdüğü yanlış politikalar bir bumerang gibi açmaz, çıkmaz ve gerilim olarak geri dönüyor.
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04