Eski IŞİD’linin cenazesi ve kapıdaki tehlike!
Fotoğraf: Envato
İçişleri Bakanı Soylu’nun “IŞİD’in Türkiye içerisinde aktif” olduğunu söylediği günlerde eski IŞİD’li Abdulbasit el Sarut’un Reyhanlı’daki kitlesel cenaze töreni çeşitli yönleriyle tartışılıyor. Suriye ordusunun operasyonunda yaralandıktan sonra Reyhanlı’da tedavi gördüğü hastanede ölen Sarut, Suriye savaşının başlarında 2011’de “Alevilerin kökünü kazıyacağız” sözleri ile gündeme gelmiş, 2014’te IŞİD’e biat etmiş ve IŞİD’in yenilgisinden sonra Türkiye’deki iktidar destekli Ceyşul İzze adlı grubun komutanı olmuştu. Sarut’un cenaze töreni, İdlib’deki cihatçı grupların Türkiye için kapıdaki tehdit olarak durduğu ve bakanın IŞİD’in ‘aktif tehdit’ olduğunu söylediği bir dönemde bu tehdidi var eden fay hattını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.
Önce Soylu’nun işaret ettiği noktadan başlayalım.
İŞİD, Türkiye için ne zaman ve nasıl ‘aktif bir tehdit’ haline geldi?
Türkiye’deki Erdoğan iktidarı 2016’ya kadar IŞİD’i Suriye rejimine ve Rojava’da Kürtlere karşı mücadele eden, dolayısıyla desteklenebilecek bir ‘muhalif güç’ olarak gördü. Erdoğan’ın, IŞİD’in 2014’teki Kobanê kuşatması sırasında bir müjde verir gibi söylediği “Kobanê düştü, düşecek” sözleri, aynı zamanda iktidarın IŞİD’e yaklaşımının da bir göstergesiydi.
Ancak IŞİD’in Irak’ın en önemli enerji merkezlerinden Musul’u ele geçirmesi ve bölgesel çıkarları için bir tehdit haline gelmesinden sonra ABD, ‘IŞİD karşıtı koalisyon’ oluşturdu. ABD, bu temelde Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele eden en önemli güç olan Kürtlerle (Suriye Demokratik Güçleri) işbirliği geliştirdi. ABD’nin ağır silahlarla desteklediği SDG’nin IŞİD’in işgal ettiği bölgeleri ele geçirmeye başlaması, Türkiye’deki iktidarın IŞİD’e karşı tutumunun da değişmesini zorunlu hale getirdi. 2016 Ağustos ayında IŞİD’in elindeki bölgelerde (Cerablus) başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu bu değişimin en somut ifadesi oldu. Rusya’nın ‘olur’u ile yapılan bu operasyonun hedefi elbette bu bölgelerin Kürtlerin denetimine girmesinin ve Kürt kantonlarının (Kobanê ve Afrin) birleşmesinin engellenmesiydi. Ancak bu durum Türkiye ve IŞİD’in askeri olarak karşı karşıya geldiği gerçeğini de değiştirmiyor.
Burada bir noktaya daha dikkat çekelim. IŞİD her ne kadar 2015’te de Türkiye içinde saldırı ve katliamlar (Diyarbakır’daki bombalı saldırı, Suruç ve Ankara’daki intihar saldırıları) yapmış olsa da o dönem bu saldırılar iktidar tarafından bir ‘tehdit’ olarak görülmüyordu. Son dönemlerde yeniden parlatılmaya çalışılan Ahmet Davutoğlu’nun Ankara saldırısı sonrası “Ankara’daki terör saldırısı sonrası oylarımızda yükseliş trendi var” sözleri bunun en açık ifadesiydi.
Sarut’a gelince…
Sarut, Suriye’de rejime karşı mücadele eden cihatçı gruplar için sembol isimlerden biriydi.
Sarut’un bize gösterdiği önemli gerçeklerden biri şudur: Suriye’de cihatçı grupları destekleyen Türkiye gibi rejimler, bu cihatçı gruplar arasında ‘ılımlı’ ve ‘radikal’ gibi ayrımlar yapageldiler. Oysa Sarut bize dün IŞİD’e biat eden birinin yarın daha ‘ılımlı’ görülen/gösterilen grupların komutanı olabildiğini gösteriyor. Yani bu gruplar arasında temelde bir ayrım yoktur. Dolayısıyla Türkiye gibi ülkelerin ‘radikal’ ve ‘ılımlı’ ayrımı, esas olarak bu grupların kendileriyle işbirliği yapıp yapmamasına göre belirlenmektedir.
Bu noktada İdlib sorunuyla da bağlantılı olarak kapıdaki tehlike şudur: Bu cihatçı gruplar arasında esasta bir fark olmadığına ve İdlib’de Türkiye’nin bu grupları desteklemesinin giderek zorlaşacağı bir gidişat olduğuna göre, bu grupların tıpkı IŞİD gibi yarın Türkiye için bir tehdit ve düşman olması kaçınılmaz hale gelecektir.
Öyleyse önümüzde aktif hale gelen IŞİD’den bile daha büyük bir tehlike vardır. Bu da iktidarın İdlib ve Suriye’de sürdürmekte ısrar ettiği cihatçı gruplarla işbirliğine dayalı müdahale politikası ve onun olası sonuçlarıdır. Bu tehlikenin bertaraf edilmesi için atılması gereken ilk adım, Suriye’deki müdahale politikasından vazgeçilmesi ve ‘radikal-ılımlı’ ayrımı yapılmadan cihatçı gruplara kapıların kapatılmasıdır.
Burada şu noktaya da değinmeden geçmeyelim: Reyhanlı’daki cenaze töreni gibi iktidarın cihatçı gruplarla işbirliğini ortaya koyan gelişmeler, ülkede ulusalcı-seküler kesimler içinde genel olarak bir Suriyeli karşıtlığına dönüşmektedir. Oysa savaştan kaçan mültecilere devlet destekli cihatçı muamelesi yapılması, en çok iktidarın işini kolaylaştırmakta ve bu mültecilerin iktidarı ‘kurtarıcı’ gibi görmesine neden olmaktadır. Ancak mültecilerin büyük kesiminin ülkedeki işçi sınıfı-emekçilerin bir parçası haline geldiği dikkate alınırsa iktidarın gerici politikalarına yedeklenmelerinin önüne geçmenin yolu, onları sınıf kardeşi olarak gören bir mücadele hattının geliştirilmesinden ve dahası onları mağdur eden savaş politikalarına karşı açık tutum alınmasından geçmektedir.
Sarut’un cenaze töreni, iktidarın Suriye’deki yanlış politikaları ve kapıdaki tehdit konusunda son bir ‘uyarı’ olarak anlam kazanıyor.
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00
- Bölgedeki ateş çemberi ve pergelin sivri ucu 08 Ekim 2024 04:49
- Erdoğan’ın ‘Filistin davası’ ve hamasetin örtemediği gerçekler 07 Ekim 2024 04:57
- Ortadoğu'daki ateş Türkiye'ye barış getirir mi? 04 Ekim 2024 04:51