23 Haziran 2019

Nergis çiçeğine dönüştü

Michelangelo Caravaggio'nun Narcissus eseri, 1594-1596,

Galleria Nazionale d'Arte Antica - Roma

Yaşar ATAN

Dağlarda bayırlarda yalnız başına gezip tozan, gönlünce ezgiler söyleyen güzeller güzeli bir orman perisiydi Eko...

Bu güzel perikızı, Baştanrı Zeus’un yeryüzündeki aşk serüvenlerine birkaç kez yardımcı oldu... Zeus’un karısı tanrıça Hera bunu öğrenince de haliyle öfkeden küplere bindi ve ceza olarak Eko’yu dilsizleştirdi... O yüzden de zavallı perikızı artık şarkı söyleyemez, kimselerle konuşamaz oldu... Karşısında konuşan birinin yalnızca son sözcüğünü tekrarlayabilen bir çeşit “yankı”ya dönüştü. Zaten”Eko” adı da “yankı” anlamına geliyordu... Üstelik bu kadarla da kalmadı çilesi perikızının: Aşktan yana başının gülmemesi gibi çok ağır bir ceza daha yükledi ona tanrıça Hera!...

Hera’nın çizdiği yazgı yüzünden olacak; birgün dağlarda geyik izi süren Narhisos (Narkhisos) adında, çok yakışıklı bir delikanlıyla karşılaştı ve birden ısınıverdi ona. Ne var ki bu delikanlı; aşktan kaçan, kimselere yüz gönül vermeyen bencil biriydi! Zavallı Eko ne zaman onun önünü kesmeye kalksa, şöyle biraz yarenlik etmek istese, ötekisi hemen yol değiştirip sıvışıyordu! Sabrı taşan perikızı, birgün gene onun önünü kesti ve zorla kucaklayıp öpmeye çalıştı... Narhisos da bir yolunu bulup kendini gene kurtardı; koşar adım kayıplara karıştı... Aşkına karşılık bulamayan Eko çok üzüldü; ama dilsiz olduğu için de derdini birilerine anlatıp açılamıyordu. Tek başına dağlarda, bayırlarda yana yakıla dolaşıp duruyordu yalnızca... Hep yankıya dönüşen çığlıklar atıyordu. Bu karşılıksız aşk yüzünden eriyip giden perikızına acıyan Baştanrı Zeus, onun aşk yüklü yüreğini hemen göklere ağdırdı... Ama bedeni; bir ses yada söz duyduğunda, yalnızca son sözcüğü aynen yineleyebilen bir “yankı”ya dönüştü dünyamızda…

TANRIÇA AFRODİT ONU CEZALANDIRDI

Bu acı serüvenden sonra Eko’ya acıyan aşk tanrıçası Afrodit de, onu bu hallere düşüren ve yalnızca kendine âşık bencil Narhisos’u cezalandırmaya karar verdi... Her türlü aşka kapalı bu delikanlının taşlaşmış yüreğine, en kavurucu ateşlere dönüşen aşk okları gönderdi Eros aracılığıyla. Haliyle Eros’un saldığı bu kıvılcım yüklü oklar, Narhisos’un yüreğine saplandı ve gitgide yalazlanan tutkulara dönüştü. Narhisos artık av izi sürmekten, dağ bayır koşuşturmaktan haz duymaz oldu... Çünkü karşılığı olmayan bir aşkla yanıp tutuşuyordu durmadan... Üstelik sürekli susuyor; gürül gürül akan pınarlardan içtiği sular da kandırmıyordu onu... Günlük güneşlik bir mayıs ayı öğlesinde, artık yürüyemeyecek denli yorulduğunu, hiç kanmayacakmışçasına susadığını duyumsadı iliklerine dek. Yorgun argın su ararken bir ara söğütlerin gölgesinde akan bir pınar ve yanında bir su birikintisi gördü. Görür görmez de pınara saldırdı hemen; gürül gürül akan sudan içti de içti... Ne var ki içtikçe daha da arttı susuzluğu. Üstelik boğazı da kuruyordu durmadan! Çimenlerin üstünde ayna gibi ışıl ışıl parlayan su birikintisine baktı bir ara... Bakar bakmaz da bir görüntü fark etti suyun yüzeyinde. Ve bu görüntüye uzun süredir cehennem ateşleri gibi yanan bir aşkla bağlı olduğunu anladı hemen!... Artık gözlerini bir türlü ayıramaz oldu sudaki görüntüsünden. Daha sonra bu görüntüsünün üstüne eğildi; onu yakalayıp kollarına alabilmek için durmadan ellerini suya daldırıp daldırıp çıkarmaya başladı… Ona bir şeyler söylüyor; bazen sevinçle coşuyor, bazen de bir yanıt alamadığı için üzülüp susuyordu. Âşık olduğu görüntü de aynı şeyleri yapıyordu, aynı şeyleri yineliyordu!…

Bir süre sonra herşeyin bilincine vardı Narhisos... Büyük bir hüzne kapıldı olup bitenlerden. “Tutuşturan da ben, tutuşan da ben...Kendime olan aşkımla kendi kendime yanıp gidiyorum!..” diye mırıldanmaya başladı acı acı. Artık sudaki sevgilisine kavuşamayan Narhisos, içinde habire yalazlanan bu tuhaf aşkın ateşiyle öleceğini anladı. Bir yandan sudaki görüntüsünden de ayıramıyordu gözlerini...

EKO DA NE YANIT VERDİ?

Bütün gücünü toparlayıp, “elveda !” diye bir çığlık atabildi sudaki görüntüsüne. Bunun üzerine dağlardan bayırlardan “el-ve-da!...” diye inleyen bir yankı geldi kulaklarına. Bu yankı, talihsiz Eko’nun ona son yanıtıydı…

Kendine âşık Narhisos.

Aynı sesi duyan Eko’nun perikızı arkadaşları da pınara doğru koşuştular apar topar... Orada Eko’ya hiç yüz gönül vermemiş Narhisos’un ölüsüyle karşılaştılar. Bu güzel ve masum perikızları, bu bencil âşığın durumuna acıdılar gene de. Yaktıkları içler acısı ağıtlarla dövündüler. Saçlarını kesip onun yattığı yere koydular. Sonra da ölüsünü yakmak için odun çırpı toplamaya gittiler ormana. Ne var ki perikızları kucaklarında odunlarla döndüklerinde, Narhisos’un ölüsünü bulamadılar. Ama onun yattığı yerde; beyaz yapraklı, sarı göbekli bir çiçek gördüler… Bu çiçek de yanındaki su birikintisindeki görüntüsüne eğilmiş ona bakıyordu hep!...

O günden sonra perikızları, kurumasın diye bu çiçeğe hep göz-kulak oldular. Tohumları olgunlaşınca da, onları toplayıp Narhisos’un külleri niyetine bütün göl, akarsu kıyılarına saçtılar... Sonra da aşk yangınından türeyen bu yeni cins çiçeğe Narhisos adını verdiler. Ve bu ad dilimize “nergis” olarak yerleşti...

İşte ta o günden beri, sarı göbekli bu “nergis” çiçeği; çay, göl, nehir kıyılarında, âşık olduğu sulardaki görüntüsünü salına salına seyrediyordu hep…

(*)Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyoruz:

-. AKDENİZLİ TANRILAR (Yaşar ATAN– 2. Baskı)

-  AKDENİZ MİTOLOGYASINDN EFSANELER (Yaşar ATAN –)

-  İNSAN VE TRAGEDYA (André BONNARD - Çev. Yaşar ATAN –2. Baskı.).

Evrensel'i Takip Et