Beka, tarafsızlık ve öteki bahaneler…
Beklenenin ötesi oldu, Ekrem İmamoğlu 31 Mart’ta elde ettiği oy farkını 62’ye katladı. ‘Çok basit çünkü çaldılar’ sloganı, medya diliyle, ağır bir tekzip yedi. Belli ki toplum, YSK’nin verdiği hukuksuz kararın gerekçelerine tüm medya gücüne rağmen ikna olmadı. Tekzip metni de mecburen manşetlerden verilmek zorunda kaldı.
Seçim sonuçlarını anlamaya çalışan altı yaşındaki yeğenimin yatarken “Her şey çok güzel oldu mu?” sorusuna henüz verilecek bir cevap yok, ama önce biraz hesaplaşmakta fayda var. Zira siyasal iletişim açısından üzerinde yazmaya, çalışmaya değer çok ilginç ve çok agresif bir seçim süreci geçirdik son dört ayda. Önce Cumhur İttifakı bunun bir yerel seçim değil “beka meselesi” olduğuna inandırmak için elini çok yüksekten açtı. Cumhurbaşkanı devletin tüm imkanlarını kullanarak il il, İstanbul ve Ankara’da ilçe ilçe dolaştı. Adayları yanına almadı, bir nevi ‘Onlara değil bana oy vereceğinizi unutmayın’ dedi. 31 Mart öncesi TRT’deki canlı yayında arkada koro şeklinde dizilmiş adaylar ve önde soloda Erdoğan’ın varlığı iktidarın yerel seçimden ne anladığının görüntüsüydü. İstanbul’daki seçimin sonuçları hazmedilemeyince AKP belki de tarihinin en büyük siyasi hatasını yaptı. YSK kararının açıklandığı 6 Mayıs gecesi, bundan iki ay önce kimsenin tanımadığı Ekrem İmamoğlu bir lidere dönüştü. Kollarını sıvayıp sahneye çıkarak bir taraftan yıkılan umutları ayağa kaldırırken diğer taraftan AKP-MHP seçmeninin dahi yapılan haksızlığa ortak olmak istemeyeceği yeni bir dil kurdu. Sürecin başından beri gönülsüz Binali Yıldırım’a ‘gençlerin kankası Binali Abi’ personası biçilirken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hemşehri derneklerini gezerek tehditler savurmaktaydı. Erol Olçok dirilse altından kalkamayacağı bir tutarsızlık sahnesine son dakika bir de Öcalan’ın bir siyasi aktör olarak davet edilmesi eklenince bahisler seçimin kazanılıp kaybedilmesinden çok kaç puanla kaybedileceği üzerine dönmeye başladı.
Gelelim medya cephesine, 31 Mart seçimini kabul etmeyenler, seçim gecesi sosyal medyada manipülatif iddialar ortaya atanlar, AKP’nin başvuru dilekçesini, YSK’nin gerekçeli kararıymış gibi yazanlar yani açıkça dezenformasyona başvuranlar iktidar medyasında seçimin kaybettirenleri olarak mimlenseler de faturanın onlara kesileceğini düşünmemizi gerektiren bir işaret yok. 31 Mart sonrasındaki gibi uçakta fotoğraf verilmese de Cumhurbaşkanı’nın Japonya’daki G20 zirvesine giderken tercih ettiği gazeteciler değişmedi. Dün “Hürriyet kalesi düştü!” diye zafer narası atanlar bugün ‘Doğan Grubunun sattırılması büyük hataydı’ tespiti yapıyor, lakin dinleyen yok, bekledikleri yeni pozisyonlar henüz açılmış değil.
Diğer taraftan bu seçim 2007’den beri süre gelen ve sonunda ana akımı tamamen kontrol altına alıp itibarsızlaştırmanın faydasızlığının en net kanıtı oldu. İktidar kendi eliyle hem kendisine siyasi bir rakip hem de medyasına alternatif oluşturdu. Sermaye de çözülmenin etkisiyle cesaretlendiğinde, ekonomik olarak kârlı olmasa da medya da kendisine yeni yatırımcılar bulacak, reklam veren de zincirlerinden kurtulacaktır. Ana akımı özleyenler için önümüzdeki dönem umut vadediyor. Ancak şu son 10 yıldan ders çıkarılmazsa aynı çıkmaza geri döneceğimizi söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Hiçbir iktidar ve de hiçbir patron bağımsız yayıncılığa hasret değil. Gerçekten işlerini yapmak istiyorlarsa gazetecilerin editoryal bağımsızlıkları için tarafsız olduklarını kanıtlamalarının yetmediğini görmeleri gerekiyor. İsmail Küçükkaya örneğin, tarafsızlığını kanıtlamak her iki adayın onayını almak için çırpınıp, programda masa saatini hakem tayin etse de taraflardan birini “Allah’a havale etmekten” kurtulamadı. Fatih Portakal’ın “görüntüleri izledim ama yayımlamam” demesi itibarını yükseltmedi, mesafesini koruduğunu kanıtlamak isterken günah keçisine dönüştü. Bir yanda “Benim de patronum var tarafsız yayıncılık yok” diyen CNN Türk müdürü diğer yanda gazeteciliğini siyasetçilere kanıtlamaya çalışan haber sunucuları mesleğin süregelen hastalığından kurtulamadığının göstergeleri. Yanlış adresten icazet alma hali bu topraklarda gazeteciliğin varoluşundan bugüne değişmeyen sorunu. Bağımsızlığın tek koşulu gazeteciliği sürdürme koşullarının da iktidardan bağımsız olmasında yatıyor. Bir gecede değişen yayın politikasının kurbanları olmamak, yapılan işe lanet etmekle tazminatı yakmak arasında sıkışıp kalmamak, işten atıldığında kendini odaya kilitleyip siyasetçilerden medet umar hallerden utanmamak için yeni önlemler üzerine örgütlü biçimde kafa yormaya acilen ihtiyaç var. Cumhurbaşkanlığı tarafından dağıtılmaya başlanan turkuaz basın kartlarını alıp her şeyin güzel olması için kurtarıcı beklemek gazetecileri bu döngüden çıkarmayacak.
Evrensel'i Takip Et