Denetimsizlik
Londra’dan daha batıda küçük bir kentteyim. Yıl 1952… Savaştan az sonra demek ki…
İngilizler krallarına uyup pantolon paçalarının kıvrımlarını kaldırmışlar. Ayakkabılar pençeli… Küçücük bir satış yerinin camına özenle yerleştirilmiş bir kazak görüyorum. Üzerinde bana uygun gelen tutarı da yazılı.
Alayım mı almayayım mı diye düşünüyorum. Cayıyorum sonra alma düşüncesinden. Bir iki gün sonra Londra’ya götürecek, konuğu olduğum Mr. Brown, beni. Orada belki daha da uygununu bulurum.
Öyle de oluyor…
Mr. Brown beni Londra’ya “Tabiat Tarihi Müzesi”ni görmeye götürüyor. Koca bir caddede yürürken, bu kez büyük bir satış yerinin camında küçük kentte gördüğüm kazağın tıpkısını görüyorum. Orada da tutarı yazılı. Hem de küçük kentteki tutarı ile bir. Şaşırıyorum. Biri küçük bir yerleşme öteki bir başkent…İki yerleşmede de tutar değişmiyor. Hem de 2. Avrupa Savaşı’ndan neredeyse hemen sonra. Bu elbette, görevlilerin, daha çok halkın denetimi sonucu besbelli... Denetim, çocukluktan beri gelen görgü, sorumluluk… Nedenini biliyorum. Çünkü biz de öyle büyütüldük.
Yukarda anlattığım alış-veriş olayından 67 yıl sonra, Ege kıyılarında daha çok orta gelirlilerin (Çoktan onlar da yoksulluk çizgisindeler) dinlenmeye geldikleri bir ilçedeyim.
Bu küçük kentin bir çay evinde içtiğim ada çayı için 150 kuruş ödüyorum. Oradan ancak 500 metre uzaktaki bir başka çay evinde 250 kuruş ödüyorum. Haydi onun sunduğu görüş daha güzel daha canlı diyelim… Ancak yine bir 500 metre ileri gittiğimde bu kez 1200 kuruş ödüyorum. Hepsi de belediyenin iki adım ötesinde…
Neden böyle?
Denetimsizlik… Sorumsuzluk…
Size her keseye uygun ada çayından örnek verişim boşuna değil elbette. Ege’de, bir yere oturdunuz mu, çay dediğinizde usa düşen, anlaşılan ada çayıdır. 1957’ye dek birçok Ege yerleşmesinde Muğlalı Zihni Bey’in Rusya’dan getirdiği çay bilinmezdi bile. 1950 Fethiye depreminde yardım olarak gelmişti bu gün çay deyince bildiğimiz Rize çayı…
Ada çayından ötesini siz düşünün.
Tutarlar kentten kente değişse buna bir neden yakıştırabilirsiniz. Taşınım giderleri, şu bu…
Bu denetimsizliği ayakkabıdan giysilere, konuttan kamu ürünlerine genişletebilirsiniz elbette.
Çocukluğumdan değilse de ilk gençliğimden beri görüp, tanıyıp, bildiğim kentlerde bugün yabancıyı kazıklamak alışkanlık olup çıkmış… Örneğin diyelim ki badana yaptıracaksınız, öyle tutarlar söylerler ki size üstenciler, şaşırıp kalırsınız. Ayrıca sağlıklısını, sağlıksızını siz ayırt edemeyeceğiniz için o konuda da aldatılırsınız.
Denetimi zor diyelim bu işlerin. Ama hiç denetimsiz de olmaz ki…
Ayrıca daha önemlisi halk artık bu durumlardan yakınmaz oldu çoktan. Yakınsa ne olacak ki, diye düşünülüyor besbelli. Sonuçta kamunun kapısına dek geldi bu iş… “Her koyun kendi bacağından asılır” gibi saçma sapan özdeyişler üretildi… Kullananlar, bu türlü özdeyişlere kuşku duymadan inanır oldular.
Ama elbette bu böyle gitmeyecek… Güzel günler gelecek elbette…
Evrensel'i Takip Et