Mercosur ve sağın bölgesel konsolidasyonu
Japonya’nın Osaka kentinde gerçekleşen G20 toplantısı, yıllardır müzakere edilen ama bir türlü sonuca ulaşamayan AB-Mercosur serbest ticaret anlaşmasının imzalanmasına sahne oldu. Ne oldu da neredeyse 20 senedir devam eden müzakereler 1 ay gibi kısa bir sürede ivme kazandı ve Osaka’da imza edilebildi? Mercosur (Güney Amerika Ortak Pazarı) gibi bölgesel mekanizmalardan ziyade merkez ülkelerle doğrudan ikili serbest ticaret anlaşmalarına daha çok önem veren Bolsonaro neden fikir değiştirdi? Mercosur’un örgütsel yapısının küçülmesi, daha masrafsız hale gelmesi gündemdeyken örgüt neden bir anda tekrar önem kazandı?
Belki de bu soruların cevabını anlamak için Mercosur’un ortaya çıkış dinamiklerinden kısaca bahsetmek faydalı olabilir. Güneyin Ortak Pazarı, 1991’de Brezilya ve Arjantin’deki neoliberal hükümetlerin başında yer alan Fernando Collor de Mello ve Carlos Menem’in yapısal reformların bölgesel olarak kurumsallaştırılması ve ticaret rejimlerinin bu çerçevede serbestleştirilmesi programları bağlamında ortaya çıkmıştı. Uruguay ve Paraguay’ın da dahil olduğu bu ortak pazar bölgede 1980’lerden beri yaşanmakta olan ve artık kronikleşen borç krizine, dış ticaret açığına ve bütçe dengesizliklerine çare olacak yapısal reformları kalıcı hale getirecek, üye ülkelerin ölçeğini büyüterek küresel piyasalarda rekabetini arttıracaktı. Mercosur aynı zamanda, AB’ye benzer bir biçimde, diktatörlükten yeni çıkmış bölge ülkelerinin liberal demokratik bir paydada buluşturulmasını da bölgesel entegrasyonun önemli bir parçası olarak ele alıyordu.
1990’larda ise Mercosur’un her iki konuda da başarısız olduğunun ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Neoliberal reformlar kronikleşen ekonomik problemleri çözmediği gibi gelir adaletsizliğini, yoksulluğu, borçlanmayı arttırarak daha da derinleştirmiştir. 1999’da Brezilya’da yaşanan, 2002’de de Arjantin’de tekrarlanan ekonomik kriz ve devalüasyon hem bu reformların başarısızlığını ispat ederek toplumsal meşruiyetini ortadan kaldırmış, hem de Brezilya ve Arjantin’in koruyucu önlemler alarak Mercosur entegrasyonundan uzaklaşmasını da beraberinde getirmiştir. Lula da Silva ve Kirchner döneminde ise Mercosur’un merkezine neoliberal reformları ve ticaret serbestisini koyan tutumundan ziyade alternatif bir bölgeselleşmenin ortaya konulması gerekliliği savunulmuştur. Böylece Mercosur’un artık uzun bir süre gündemde olmayacağı konuşulmaya başlanmıştı.
Gelelim en başta sorduğumuz sorulara. Geçen zaman içinde ne değişmiş olabilir? Bunlardan ilki hiç şüphesiz Mercosur’un belkemiğini oluşturan iki ülke Brezilya ve Arjantin’de yaşanan gelişmeler. Arjantin başkanlık seçimlerine hazırlanırken Macri iktidarı Peronizme kaptırma ihtimali ile karşı karşıya. Bu bağlamda AB ile anlaşma hem içerideki sermaye sınıfına güven verici bir hamle hem de topluma ekonomik başarısızlığın geçici olacağına dair yeni bir mesaj verme anlamına geliyor. Brezilya ise benzer ekonomik durgunlukla karşı karşıya ve bu durumun 2020’de de devam edeceği öngörülüyor. ABD ekonomisindeki yavaşlama, Bolsonaro’nun favori ülkesinin Brezilya’nın ihtiyacı olan oksijeni sağlayamayabileceği gerçeğini pekiştiriyor. Bu durumda Bolsonaro hükümeti için de AB ile yapılan anlaşmanın önemi büyük.
AB açısından bakılınca ise 260 milyonluk bir pazara ulaşmak, ticaret savaşının hâkim olduğu bir dönemde serbest ticaretin küresel ekonomideki en güvenli merkezi olduğu mesajını vermiş bulunuyor. Anlaşmaya en büyük çekinceyle yaklaşan ve yerli tarımsal üretimin Brezilya ve Arjantin’den etkileneceğini düşünen Fransa bile bu çekincesini Osaka’da geri çekmiş gözüküyor. Fransa’nın diğer çekincelerinden biri olan Brezilya’nın Paris iklim anlaşmasından çekilmesi konusu ise Brezilya’nın anlaşmaya geri döneceğini açıklaması ile halledilmiş durumda.
Bu açıdan bakıldığında 1990’larda neoliberal reformların kurumsallaşmasını temel alan Mercosur’un, bölgede sağ ve sermaye yanlısı grupların politik gücünü konsolide etme hedefine anlamlı bir dönüş yaptığını iddia etmek mümkün.
Evrensel'i Takip Et