Ses kirliliği konusunun bilisizliği
Bundan aşağı yukarı yetmiş yıl önceydi. İzcilikteki bir başarımdan ötürü Yunanistan’a çağırmışlardı beni. Uluslar arası bir kampa katılmam isteniyordu. Oraya yolculuklarımda, etkinliklerde, günü gününe izlenimlerimi yazmıştım. Bu yazdıklarımı gören bir hukukçu ağabeyim, Denizli’de çıkarmakta olduğu “Demokrat Denizli” adındaki güncede bunları yayınlamak istedi. Unutmadıysam her çarşamba günü bana ayrılan bir köşeye konulacaktı yazılarım.
Köşe yazarlığım böyle başladı kısacası…
Sözünü ettiğim yazılardan ilki değilse bile ilklerden biri ‘gürültü’ üzerineydi. Yunanistan’da, izlence uyarında bizi götürdükleri bir inceleme gezisinde yazlık bir dinlence yerinden geçtik. Kentin girişindeki koca bir yazı ilgimi çekti. Gelenleri sessiz olmağa çağırıyordu. Dinlence yeri ya…
Böyle bir duyarlık hoşuma gitmişti. Etkilenmiştim… Bunu da yazmıştım. Demokrat Denizli güncesindeki köşemde yayınlanmıştı.
Dün bir dostum beni aradı telefonla. Senin bir ‘jübile” ni yapalım diyordu. Bu nedenle ilk yazılarımı düşündüm. Kaç yıl geçmişti aradan? O günlerden beri uğraşıyorum bu gürültü olayı ile.
Değişen bir şey oldu mu?
Ne gezer! Tam tersine...
Arada yazmadım mı? Elbette yazdım…
Beyoğlu’ nu yazdım örneğin. Oradaki ses ölçümlerinin doksan birimi (desibel) aştığını … Bunun uçak gürültüsü olduğunu… Bu yükseklikteki gürültünün beyin hücrelerini zedelediğini… ( Bunu da konunun uzmanlarından öğrenmiştim. Bilmem yalan bilmem doğru…)
Yalnız bunu mu dile getirdim?
Başka yazılarımda, örneğin sinemada çok yüksek perdeden seslendirmenin kötülüğünü oradaki görevlilere anlatmağa çalıştığımı öykülüyordum. Film dağıtımcılarıyla yaptıkları sözleşmede bu yükseklikte ses koşul olarak yazılıymış. Bu nedenle zorunlu olarak bunu uyguluyorlarmış. Neden ki?
Gel de çık işin içinden…
Düğünlerde atılan fişeklerden, gece yarısı sayrıların, çocukların durumunu düşünün. Bir kezinde karakolu aradım. Oradaki polis de (Ben de çocuğumu uyutamıyorum.) diye yakındı.
Hepimizin beyni ile kimler uğraşıyordu ki?
(sürecek)
Evrensel'i Takip Et