"Burası Türkiye" meselesi (2)
Kirvem,
Senin de bildiğin üzere “Burası Türkiye” dediğimiz bu bizim diyarlarda, her geçen günün ardından şu veya bu nedenlerle giderek artan dahili-harici bilumum sorunlarımızın tez elden çözümü için öncelikle el açıp yüce Tanrı’ya yalvarırken, diğer taraftan da ülkemizin siyaset sahnesinde at koşturan usta jokeylerimizin performanslarına gözlerimizi dikip, akabinde de umutlarımızı “hayırlara vesile” babındaki icraatlarına odaklayıp, dolayısıyla bu uğurda sabır taşı kesildik, kesiliyoruz...
Milletçe işlerimiz bir türlü rayına girmeyip hafif yollu da olsa aksayıp teklediğinde; “çarşı-pazar” deyimiyle “iflas”ın eşiğine gelip dayandığında; bunun sorumluluğunu, vebalini, iktidar koltuğunda oturanların neredeyse tümü zaten ezelden beri asla kabullenmedikleri gibi, ayrıca üstüne üstlük bir de kendilerini sütten çıkmış ak kaşık misali temize havale etmekle yetinmeyip, aynı zamanda da önceki iktidarların hemen hemen hepsini deyim yerindeyse çamura bulayıp böylece resmen “günah keçisi” ilan edip durdular, duruyorlar...
Neden?..
Çünkü her bakımdan demokratik, hassas terazileriyle ünlü hukuk devletimizin gerek dahili, gerekse harici gidişatına yön veren iktidardaki kadroların kahir ekseriyeti, ne hikmetse her defasında “dertli dolap” gibi aynı yerde dönüp inilderken, bir zamanların yetkili makamlarından miras olarak “enkaz” aldıklarını, daha sonraları da bu enkaz yığınını güya görkemli bir “saray”a, memleketi de gülistana dönüştürdüklerini söyleyip kendi iktidarlarına övgü düzmek gibi zihinsel bir hastalıktan maluller...
Vee... Hesapça enkaz alıp, güya saray devrederek zamanla gelinen noktada ülkenin hali, ahvali saraydan çok maalesef giderek “külhan”ı andırmaya başladığında; bu kez de ortalıkta dirayetli, işinin ehli usta mimarları memleket sathında arayıp bulabilirsen bul!
Kirvem, hangi ummana doğru yelken açacağımızı, hangi tepelere tırmanacağımızı, kimleri “dost”, kimleri “düşman” ilan edeceğimizi, hangi dağlarda kurt, nerelerde tilki kovalayacağımızı, hangi pazarda domates, hangi markette hıyarın kaç paraya satılacağını belirleyen kaptanıderyalarımızın hemen hepsi, önceki kaptanlardan devraldıkları geminin neden çürük çarık, hatta bir nevi “hurda” yığınından farksız olduğunu ilmen, bilmen, zihnen, bittabii ki dinen test ettikten sonra, en kısa zaman zarfında ülkenin sorunlarını yerle yeksan edeceklerini, kimileri milletimizin “vekiller”i kimliğiyle, kimileri de “Cumhurumuzun Reis-i” olarak ülkemizin “kaptan köşkü”nden her derde derman ilaç gibi nasıl mı yutturuyorlar?..
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını... vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü...”
Sonra?..
Sonra: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını... vatanın ve milletin...”
Daha sonra?..
Daha sonra “Burası Türkiye” denen bu alemde dur durak demeden aynı nakaratın yanı sıra, keza Molla Nasrettin misali ya tutarsa deyip göle maya çalmaya berdevam Kirvem!..
Evrensel'i Takip Et