Çalınan darbe: 15 Temmuz
Fotoğraf: Envato
Tarihi olayların tanımı zaman içinde olgunlaşıyor. Bir tarihsel olaya dair, belirdiği ilk anla, sonuçlarıyla birlikte olgunlaştığı zaman arasındaki tanım farkı da, bu aradaki tarihsellikte neler olup bittiğiyle birlikte yeniden anlam kazanıyor.
Metin Gürcan, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimden üç gün sonra, T24’deki köşesinde ‘Bir darbe girişiminin anatomisi’ başlığı ile yayımlanan yazısında, darbede Gülen Cemaati’ne mensup subaylarla, Hükümete karşı olan ‘aşırı laikçi’ subaylar ve ‘kişisel çıkar ve şahsi askeri kariyer için cuntaya katılanlar’ olmak üzere üç kategorinin birlikte hareket ettiğini savunmuştu. Yansıyan bilgiler bakımından bu tez akla yatkın görünüyor. Yıllar sonra muhtemelen darbenin kadro anatomisini daha net görebileceğiz.
Ancak olayın siyasi bağlamı açısından darbe girişimi gecesinden bugüne kadar siyasal hayatımızda yaşadıklarımız şu gerçeği gözler önüne seriyor: 15 Temmuz çalınan bir darbedir.
Darbe hazırlığına dair istihbaratın alınmış olmasına rağmen, neden düğmeye basılmadan önce, önlemeye yönelik olarak tedbir alınmadığı sorusu da bu tanımı güçlendiren bir faktör olarak önümüzde duruyor.
İktidarı devirmek üzere hazırlanan darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı gece dile getirdiği ‘Allah’ın lütfu’ ifadesiyle uyumlu bir biçimde, ‘darbe ile mücadele’ adı altında, tüm muhalefetin üzerindeki baskıyı derinleştirerek iktidarı tahkim etme süreci olarak işletildi. Aradan geçen üç yılı, bir darbenin ağır havasının hep ülkenin üzerinde hissedildiği, darbeyi önlemiş olmanın beklenebilir bir sonucu olarak demokratik alanın genişletilmesi değil, tam aksine, o alanın darbe girişimi öncesine göre daha da daraltıldığı bir dönem olarak yaşadık.
Köprü, meydanlar ve çeşitli mekanlara 15 Temmuz’u sürekli canlı tutacak isimler verilerek, bu iklim sembollerle de gündelik hayatımızda her gün yeniden üretildi.
Ek olarak, yargı alanında yaşadığımız gelişmeler de, 15 Temmuz’un çalınmış bir darbe olduğu teyit eder cinstendi. Örneğin Osman Kavala’nın hâlâ tutuklu olarak yargılandığı ikinci nesil Gezi davasına dair iddianame, 2013 yılında Gezi sonrasında Gülen Cemaati’ne bağlı yargı mensuplarınca başlatılan soruşturmada elde edilen usulsüz delillerle oluşturuldu. Adına da ‘yeniden kıymetlendirme’ denildi. O yargı mensuplarının bazıları bugün Silivri’de tutuklu, bazıları da firari.
Cumhuriyet gazetesi eski yönetici ve çalışanlarına yönelik davanın soruşturmasını başlatan savcı da “FETÖ şüphelisi” olarak yargılanmıştı.
Tüm bunlara rağmen, toplumun derin bir biçimde kutuplaştırılması üzerine inşa edilen yeni rejimin, kendi iktidarını tahkim etmeye yönelik olarak kullandığı 15 Temmuz tutkalı, bugün artık eski gücünde değil.
Bir darbe ile gerçek anlamda mücadele etmek yerine, o darbenin fikrini, o darbeyi gerçekleştirenlerin davranış kalıplarını ve hatta istihbari arşivlerini kendine içererek önünü açmaya çalışan rejim, zorun bir yönetme pratiği olarak en kadim güç olduğuna inandı ve hep öyle davrandı.
Bunun maliyetinin, kapanan sayısız basın organı ile cezaevleri gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçilerle dolu bir ülke olması umursanmadı. Tüm bunların üstünün ‘güçlü Türkiye’, ‘lider ülke’ gibi söylemler; ‘hain’, ‘ajan’ retoriği ve her gün yeniden üretilen 15 Temmuz sembolleri ile örtülebileceği düşünüldü. Rıza, tamamen bir külfet olarak görüldü.
15 Temmuz darbe girişimi gecesi neler olup bittiğini anlamak için sokağa çıktığımda, Eyüp’te bir esnafın, “Menderes’i astınız, bunu vermeyeceğiz” dediğini hatırlıyorum. Her kesim, bir gelişmeyi çok doğal olarak kendi tarihsel deneyimleri ve hatıraları ile anlamlandırıyor.
Peki o esnaf, o esnaftan alışveriş yapanlar bugün acaba ne düşünüyorlar?
Siyasetin sosyolojik karşılığı bakımından, bir kesimin böyle düşünmeye devam edeceğini öngörebiliriz. Ancak, herhalde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; AKP’nin kendi tabanında yaşanan rıza kayması da, 15 Temmuz ile yaratılan kutuplaşmanın çatırdadığına bir işarettir.
Ekonomik kriz koşullarının da bunda kuşkusuz ciddi bir etkisi var. Sonuç olarak, sınıfsal ve siyasal bağlamlar, yukarıdan kurulan söylenceyi aşağıda giderek erozyona uğratıyor.
Hayat kendi dengesini yeniden kuruyor.
- Üye mi yapalım, çay mı verelim? 23 Kasım 2024 06:14
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00
- ‘Yerli ve milli muhalefet’ tuzağı 07 Ekim 2024 05:13
- Bu sadece bir İsrail savaşı değil 30 Eylül 2024 05:00
- Savaş satanların yarışında söz sahibi olmak... 23 Eylül 2024 05:00