23 Ağustos 2019 00:45

Suriye’de tahterevalli siyasetinin sonuna doğru

Suriye’de tahterevalli siyasetinin sonuna doğru

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Daha bir ay önce Rusya’nın S-400’ler karşılığında İdlib’i gözden çıkardığına; Türkiye’deki iktidarın İdlib’le ilgili ‘Soçi Mutabakatı’ndaki taahhütlerini yerine getirmemesine ve hatta orada cihatçı gruplarla iş birliğine göz yumduğuna dair analizler yapılıyordu. Ancak önce 19 Ağustos’ta Suriye ordusunun Türkiye’nin İdlib’e mühimmat ve silah taşıyan bir konvoyunu vurduğu ve 3 kişinin öldüğü haberi geldi. Ardından da Suriye ordusunun İdlib’in en stratejik noktalarından biri olan Han Şeyhun kasabasını kuşattığı… Üstelik Türk konvoyunun vurulmasının ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Türk meslektaşlarımızı önceden uyarmıştık” açıklamasını yapıp “İdlib’de teröristleri sert bir biçimde durdurma konusunda kararlı olduklarını” söylemişti.

Öyleyse ne oldu da İdlib yeniden gündemin başına oturdu?

Daha önemlisi Erdoğan iktidarı İdlib’le ilgili taahhütlerini uzun zamandır yerine getirmediği halde Rusya ve Suriye ordusu neden şimdi harekete geçti?

Öncelikle yüzde 90’ı el Kaide’nin devamı olan HTŞ’nin (Heyet Tahrir el Şam) elinde bulunun İdlib’in Suriye’de cihatçı grupların son kalesi olduğu biliniyor. Başka bir deyişle İdlib, Suriye’de siyasi çözüm önündeki en önemli engellerden biri olarak duruyor. Türkiye’deki iktidarın Astana Anlaşması’na göre İdlib’de kurduğu gözlem noktaları bu cihatçı gruplar için bir kalkan görevi görüyor. Çünkü Erdoğan iktidarı hem cihatçı grupları bölgeye (en son Libya’da olduğu gibi) müdahalenin bir aracı olarak kullanıyor ve hem de Suriye pazarlığında elini güçlü tutmak için cihatçı kartını elinde tutmaya devam etmek istiyor.

Rusya, Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonuna ‘olur’ verdiği Ağustos 2016’dan bu yana Suriye’de ABD ve Türkiye’yi karşı karşıya getirip ABD’nin planlarını bozmak için Türkiye’deki iktidarı yanında tutmaya yönelik bir politika izledi. Suriye ordusu Eylül 2018’de İdlib’e operasyon başlatmışken Putin, bu operasyonu durdurup Soçi’de Erdoğan ile İdlib konusunda Türkiye’nin cihatçı grupları kendi eliyle tasfiye etmeyi taahhüt ettiği bir anlaşma imzaladı. Putin, Erdoğan’ın bu taahhütlerini yerine getiremeyeceğini bilse de bu anlaşma ile ABD stratejisine karşı Türkiye’yi yanında tutmak için önemli bir kozu eline geçirmiş oldu. Türkiye’ye S-400’lerin satışı bu politikanın bir devamı olarak gerçekleşti.

S-400 demişken Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’ün 21 Ağustos tarihli yazısında İdlib’e giden Türk konvoyunun Suriye tarafından vurulması konusunda sorduğu “S-400 o Türk konvoyunu koruyabilecek miydi?​” sorusunu hatırlatmadan geçmeyelim. Batıcı sermaye çevrelerinin sözcülerinden Özkök’ün soruyu sorma nedeni farklı olsa da bu soru, “milli güvenlik” propagandası eşliğinde milyarlarca dolara alınan S-400’lerin ancak Rusya’nın izin vereceği hedefleri vuracağını, dolayısıyla “milli güvenlik” adına izlenen politikanın emperyalistlere bağımlılığı arttırmaktan başka bir işe yaramadığını göstermesi bakımından çarpıcıdır.

Rusya’nın sadece İdlib’de değil, Afrin başta olmak üzere bugüne kadar Suriye’de Erdoğan iktidarına verdiği taviz ve destekler bakımından belirleyici olan politika, NATO üyesi Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya getirilmesi politikasıydı. İşte Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda ‘güvenli bölge’ konusunda ABD ile mutabakata vardığı haberlerinin gelmesi ve bu konuda adımlar atılmaya başlaması, Suriye ordusunun İdlib’de yeniden harekete geçmesinin ve Rusya’nın bu operasyonları desteklediğini açıktan ilan etmesinin önünü açtı.

Erdoğan iktidarının ‘güvenli bölge’den anladığı, tehdit olarak görülen Suriye Kürtlerinin elindeki bölgelerin ele geçirilmesi ve buraya Türkiye destekli cihatçıların yerleştirilmesiydi, tıpkı Afrin’de olduğu gibi. ABD’nin ‘güvenli bölge’si ise, Kürtlerin kısmen geriletilmesi ve Türkiye’nin de ABD ile iş birliği çizgisine çekilmesine dayanıyor. Dolayısıyla bugün ‘güvenli bölge’ konusunda varılan mutabakat, Suriye’de ABD stratejisini güçlendiriyor. Bölgede ABD’nin elini güçlendiren böylesi bir mutabakat yerine Rusya, herhalde Fırat’ın doğusuna yönelik Türkiye tehdidinin devam ettiği ve bu tehdit nedeniyle Suriye Kürtlerinin Esad yönetimiyle uzlaşmak zorunda kalacağı bir seçeneği tercih ederdi.

Sonuç olarak Erdoğan iktidarının Fırat’ın doğusunda ABD ile iş birliği noktasına gelmesi, Rusya’nın İdlib’de bugüne kadar Türkiye’ye verdiği tavizlerin rafa kaldırılmasına yol açtı. 

Erdoğan iktidarı, bugüne kadar Suriye rejimine müdahale ve Kürtleri bir tehdit olarak gören politikalardan vazgeçmek yerine ısrarla duruma göre şu ya da bu emperyalist gücün yanında saf tutmaya dayalı bir politikada ısrar ediyor. Ancak Suriye’de tıpkı bir tahterevalli oyunu gibi kâh bu, kâh diğer emperyalistin yanında oturmayı marifet sayanların unutmaması gereken bir şey var. Giderek sertleşeceği görülen bu oyunda yarın hangi emperyalistin tarafında olursanız olun kafa üstü çakılmanız kuvvetle muhtemeldir!

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa