Kaz Dağı-2
Bir önceki yazımda anlatmağa başladığım komutanlık konutları birinci kata çıkınca güncelerde söz konusu edilmeğe başladı. Gerekli günlerde uyarılarım bir karşılık bulmamıştı. Anlaşılmış olacağı gibi iş işten geçmişti. Ne yapalım ki iş somut olarak ortaya çıkmadıkça konu üzerine yazı yazılamıyordu. Gerektiği günde tepki verilemezse de atı alan Üsküdar’a geçiyordu.
Sözü sonunda Kaz Dağları’na getireceğim anlaşıldı sanıyorum.
Güncelerdeki görsellere bakınca, şunca ağaç kesilince ne olacağı belli olmuyor mu? Bu sayıdaki ağaç kesimi ne sürede yapılır? Kimselerin bilgisi nasıl olmaz? Görevliler, sorumlular, bilgililer. Bilim insanları neredeler? Diye düşünmez misiniz? Bu yurt onların da değil mi?
Kaz Dağı ile ilgili bir şiirimde demiştim ki:
Bin Odalı evim benim.
Kaz Dağı’nda atacağınız her adım size ayrı bir oylumu algılatır.
Bin pınarlıdır Kaz Dağı...
Kendine özgü, yalnız orada yetişen ağaçları. Çiçek-böcekleri vardır.
Pınarlarının oluşturduğu, 3-4 adam boyu derinliğini cam gibi gördüğünüz gölcükleri vardır.
En önemlisi İNSANLARI vardır.
Çadır yırtan paşanın, 19. YY’da mı ne, çadırlarını yırtıp ovalara indirdiği, vergi verir duruma getirdiği insanları vardır.
Kaz Dağları CANLI’dır.
Sanıyorum, bir yabancı bilim insanı sormuştu:
Orta Asya’ yı çölleştirdiniz Anadolu’ ya göçtünüz. Burayı çölleştirince nereye göçeceksiniz?
Bundan yıllarca önce, bir derneğin öncülüğünde Kaz Dağları’nın korunması çabalarımızı birleştirmek için toplanmıştık. Aramızda her konunun uzmanının olmasına çalışılmıştı. Bir bakıma öyle de olmuştu. Hep birlikte seslenmiştik:
Kaz Dağları elden gidiyor!
Onu savunmaya katılın!
Omuz verin!
Tıpkı o günlerin Belediye Başkanı Safa Taşkın’ın öncülüğünde, yine yıllarca önce Ovacık köylülerine omuz verdiğimiz gibi. Elimizden geleni ardımıza bırakmamağa çalıştığımız gibi.
İstanbul’a dek gelip cıbıldacık köprüden geçtiler Ovacık köylüleri.
Ancak Safa Taşkın’ın ahtapota benzettiği “şirket”, Bergama’ da bir aş evinde gelene geçene karşılıksız yemek veriyordu. Kimi yerlere tuğla gibi altın külçeleri gittiği söylentileri dolaşıyordu. Elbette, doğru mu yanlış mı kimseler bilmiyordu. Üstelik günün ekonomi bakanı da Bergama’ya gelmiş, konu aktarıldığında umut yeşertir gibi olmuştu.
Sevgili Safa Taşkın bir de betik yazdı: AHTAPOT!
Yine ne yapalım ki insanlarımız günlük düşünüyorlardı.
Yine ne yapalım ki insanlarımız, ‘şunca ağaç kesildi’ dediğimizde,
Babanın malı mı?
Diye soruyorlardı.
Üçüncü köprünün yolu seçilirken şunca ağaç kesileceği söylenmedi mi? Üzerinde 500 tasarımcının bir yıl çalıştığı İstanbul İmar Planı’nda söylenen, “Kuzey Ormanlarını yarıp geçmek İstanbul’a yapılamayacak bir büyük kötülüktür” gerçeğini kim dinledi?
(sürecek)
Evrensel'i Takip Et