Kaz Dağları – 4
Bundan önceki yazımda Kanadalılara seslenmiştim. Bilmem anladılar mı? Anlayana davul zurna saz derler ya bizde. Onların anlamağa istekleri olduğunu hiç sanmıyorum. Gene de aralarında insanlıklarını yitirmemişler vardır umuduyla seslendim onlara.
Bu yazımla bütün yurttaşlarıma sesleneceğim. Çünkü çorap onların, bizim başımıza örülüyor.
Bu ülkeyi kendi bilekleriyle kurmadılar mı onu gerçekten sevenler? Ona sırtlanlar gibi saldıranlara karşı korumadılar mı? Troya’da, Çanakkale’de… Şimdi de durum bu değil mi?
Bütün Türkiye’mizin dağlarına, ovalarına, denizlerine, göllerine, akarsularına bir bakın.
“sathı müdafaa” zorunluluğunda değil miyiz yeniden? Dedelerimiz ters dönüyor, daha doğrusu fırıl fırıl dönüyorlardır gömütlerinde. Nasıl anlatacağız çocuklarımıza, torunlarımıza olanları? Onlar bize,
“Siz nerelerdeydiniz?”
Diye sormayacaklar mı?
El bebek, gül bebek büyüttüğümüz, okuttuğumuz çocuklarımız baba ocağını, ata yurdunu bırakıp gitmiyorlar mı? Nedir bu vurdumduymazlık?
İş birlikçiler size sesleniyorum:
“Edep yahu!”
Hayır hayır! Seslenmiyorum. Bağrımı yırtarcasına naralanıyorum:
“Hiç utanasınız yok mu?”
Duymadınız mı? Şimdi de Muğla’nın yaylasına göz dikmişler. Muğla’nın yaylası yurdumuzda tek örnektir kentinden aşağıda olan. Yerlilerin kavak dedikleri çınar ağaçları vardır. Orada kömür arayacaklarmış. Altı sudur, yaylanın suyu gitti mi kurur kalır Muğla’lının yazın soluk aldığı yer.
Bre doymazlar, kimin malını kime satıyorsunuz?
Yeterin yeterin be!
Evrensel'i Takip Et