13 Eylül 2019 20:00

İki davanın aynasında yargıdaki partizanlaşma!

İki davanın aynasında yargıdaki partizanlaşma!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Yargı bağımsızlığı” ve “yargı reformu” adı altında hazırlanan (aslında “karşı yargı reformu” olan) tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. Fakat son günlerde yargının durumunu başka bir açıdan gözler önüne seren iki önemli olay gelişti.

En son gelişme, önceki gün Yargıtayın Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanları hakkındaki kararıdır.

Şöyle ki; Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanlarına “terör örgütüne yardım”dan hapis cezası veren yerel mahkeme kararının temyiz incelemesini tamamladı. Temyiz isteminde bulunan Akın Atalay, Orhan Erinç, Murat Sabuncu, Aydın Engin, Hikmet Çetinkaya ile Ahmet Şık hakkındaki mahkumiyet hükümleri bozuldu. Bozma kararının aynı suçtan yargılanan ancak mahkumiyet hükümleri istinaf mahkemesinde kesinleştiği için tutuklanan Önder Çelik, Bülent Utku, Güray Tekin Öz, Hacı Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör, Ahmet Kadri Gürsel’in serbest bırakılmasına karar verildi.

Bu alandaki ikinci önemli gelişme ise, Anayasa Mahkemesinin (AYM) 26 Temmuz 2019 günü aldığı, barış akademisyenleri ile ilgili karardır.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladıkları için “Terör örgütü propagandası yaptıkları” gerekçesiyle cezalandırılan 10 akademisyenin bireysel başvurusunu görüştü.

Mahkeme barış akademisyenlerinin “Silahlı terör örgütü propagandası yapmak suçundan cezalandırılması”nı, akademisyenlerin “ifade özgürlüklerinin ihlali” olarak gördü. AYM Genel Kurulunda karar 8’e karşı 8 oyla alındı!

‘İYİ Kİ AYM VE YARGITAY VAR’ MI DİYECEĞİZ; YOKSA…

Eğer bu iki karar herhangi bir mahkemede herhangi bir vatandaşın davasıyla ilgili olsaydı; “normal”, hatta “Oh ne güzel bakın ülkede AYM ve Yargıtay var. Öyleyse haklarımız güvence altında!” denilip geçilebilirdi. Öyle ya; birkaç “kötü yargıç” bir mahkeme heyetinde bir araya gelip yasaları yanlış yorumlamış, vatandaşın avukatı da yargıçları ikna etmede başarısız kalmış olabilirdi!

Ama yukarıda sözünü ettiğimiz iki davada da gerçek böyle değil.

Çünkü, Cumhuriyet davası; en yukarıdan siyasetten gelen suçlamalarla başlatılan bir dava idi. Ve Cumhuriyet gazetesi gazeteciliğinin cezalandırılmak istendiği bir dava olarak sürdü.

Gerek savcı ve savcılığın tanıklarının tutumu, gerekse yargılanan gazetecilerin haklarının açıkça çiğnenmesi hukuk camiasında ve aydın kamuoyunda adeta infialle karşılandı. Davanın hukuki ve siyasi boyutları medya ve siyaset alanında enine boyuna tartışıldı. Cumhuriyet’in avukatları da müvekkillerini, hukuka riayet etmeyi kaygı edinen her yargıcı ikna edecek biçimde savundular. Ama hukuk tarihine “bir yargı skandalı” olarak geçecek bu dava, önceki günkü Yargıtay kararına kadar tamamen iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda sürdürüldü.

Barış akademisyenleri ile ilgili AYM’nin “hak ihlali kararı” ise yargıdaki siyasileşmenin ne kadar yaygın ve derin olduğunu gösterdi.

Çünkü, barış akademisyenleri sadece bir mahkemede yargılanmadı; Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir… pek çok kentteki yerel Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandılar ve bütün bu mahkemeler akademisyenlere “Teröre destek verme” suçundan ceza verdi; bölge istinaf mahkemeleri de bu cezaları onayladı. Ancak Anayasa Mahkemesinde itirazların incelendiği 10 akademisyen için 26 Temmuz’da “hak ihlali” kararı verilmesiyle birlikte davaların seyri değişti. Ve o günden beri de yerel mahkemeler 100’ün üstünde akademisyen için beraat kararı verdi. Oysa önceki onlarca davada beraat kararı verilmemişti!

YARGIDAKİ SİYASİLEŞMENİN BOYUTUNUN GÖSTERGESİ

Şu açık ki, yerel ağır ceza mahkemelerinin yargıçları da, AYM ve Yargıtaydaki yargıçlar da aynı yasalara bakarak, o yasaların çizdiği sınırlar içinde karar veriyorlar. Ama aynı yasalardan yerel mahkeme yargıçları “ceza”, AYM ve Yargıtayın yargıçları ise “beraat” sonucunu çıkarıyor.

Mantık ve yazılı hukuk böyle bir kararı bir ya da iki dava için mazur gösterebilir. Ama gerek Cumhuriyet davası gerekse barış akademisyenleri davasında durum farklıdır. Çünkü onlarca yerel mahkemeden çıkan “cezalandırma” kararı yasayı “yanlış anlama”yla açıklanamaz. 

Tersine gerek Cumhuriyet gazetesi davası gerekse barış akademisyenleri davalarının geldiği aşama şunları göstermektedir:

1) Bu iki dava için yerel mahkemelerde verilen kararların (aynı yasalardan hareketle) Yargıtay ve AYM’de tam karşıtı yönde sonuçlanması, yargıdaki siyasileşmeye (kadrolaşma ve partizanlaşma) işarettir.

2) Barış akademisyenleri davasında AYM’nin ancak 8-8’le karar verebilmesi, AYM’deki partizanlaşmanın artık kritik aşamaya geldiğinin (Bir üyenin daha Erdoğan tarafından atanmasıyla AYM’nin artık siyasi bir hatta gireceğinin) habercisidir. Son aylarda alınan kararlar ise, Yargıtayda partizanlaşmanın henüz çoğunluğu yakalayamadığı şeklinde değerlendirilebilir.

3) Aynı yasalardan yerel ve yüksek mahkemelerin karşıt sonuçlar çıkarmasının boyutları dikkate alındığında; yargıdaki kadrolaşmanın (partizanlaşmanın) şu ya da bu yasadaki düzenleme ile aşılamayacağı artık inkar edilemeyecek bir gerçektir.

Bu nedenlerledir ki “bağımsız yargı” mücadelesi, “tek parti tek adam yönetimi”ne karşı, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesiyle birleşen bir mücadele olduğu ölçüde anlam kazanacaktır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz iki davanın yargı süreci, gerçeğin aynasında böyle görünmektedir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa