03 Ekim 2019 20:40

Irak’ta emperyalist yıkım ve enkaz altındakilerin isyanı

Irak’ta emperyalist yıkım ve enkaz altındakilerin isyanı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Mısır’ın ardından 1 Ekim’de Irak’a da sıçrayan işsizlik ve yolsuzluk karşıtı eylemlerde yaşamını yitirenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Irak hükümeti, Bağdat, Basra, Necef başta olmak üzere birçok kentte sokağa çıkma yasağı ilan ederken Irak’ta 2018’de yapılan seçimlerden en güçlü grup olarak çıkan ve içinde Komünist Partinin de yer aldığı Sairun (yürüyüş) Koalisyonunun başını çeken Mukteda el Sadr eylemleri desteklediğini açıkladı.

Aslında Irak’ta halkın işsizlik, yoksulluk, yolsuzluklara karşı ve kamu hizmetlerinin verilmeyişini protesto etmek amacıyla sokağa dökülmesi yeni bir olay değil. Geçtiğimiz yılın temmuz ayında da Basra ve Necef başta olmak üzere Şii nüfusun yoğunlukta olduğu birçok kentte kamu hizmetlerinin verilmeyişi ve elektrik kesintileri nedeniyle gösteriler düzenlenmiş ve bu gösterilerde 3 kişi yaşamını yitirmişti. Yine Irak Kürdistan Bölgesi’nde de Aralık 2017’de yoksulluk ve yolsuzluk karşıtı kitlesel gösteriler düzenlenmişti.

Burada sorulması gereken soru şudur: Nasıl oluyor da Irak dünyada petrol üretimi bakımından Rusya, S. Arabistan ve ABD’den sonra dördüncü sırada yer aldığı ve yine OPEC (Petrol ihraç Eden Ülkeler Örgütü) içinde S. Arabistan'dan sonra 67 milyar dolar (2017 verilerine göre) ile petrolden en fazla gelir elde eden ülke olduğu halde halkı böylesine derin bir işsizlik ve yoksulluğa sürüklenmiş durumda ve neden ülkede kamu hizmetleri bile verilemiyor?

Bu sorunun yanıtı tam da sahip olduğu enerji kaynakları (petrol ve doğal gaz) nedeniyle Irak’ın yüz yıldır emperyalistlerin bölgedeki (Ortadoğu) paylaşım mücadelesinin merkezinde yer almasında yatıyor.

Irak devleti, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilgiye uğratılmasından sonra İngiliz ve Fransız emperyalistleri arasındaki anlaşmaya ve yine bölgede kolay denetlenebilecek (Etnik ve mezhepsel gerilimlerin sürekli harekete geçirilebileceği) zayıf rejimler oluşturma siyasetine bağlı olarak kurulmuştu. Ülke ‘ilerici subaylar’ın Abdülkerim Kasım öncülüğünde iktidarı aldığı 1958’e kadar İngiliz emperyalistlerinin denetiminde kalmış, emperyalistleri rahatsız eden Kasım’a karşı ABD’nin desteğini alan BAAS 1963’te darbe yapıp Kasım’ı idam etmiş ve Saddam diktatörlüğünün önü açılmıştı. Saddam, 1979’daki ‘İslam devrimi’ne kadar ABD’nin bölgedeki en büyük dayanaklarından biri olan İran’a karşı 1980’de savaş açmış, ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin desteğini aldığı bu savaş 8 yıl sürmüştü. Bu dönem boyunca yaklaşık 1 milyon Şii ve yüz binlerce Kürt Saddam diktatörlüğü tarafından katledilirken batılı emperyalistler üç maymunu oynamıştı. Ancak Saddam’ın Irak-İran Savaşı’nın ekonomik, sosyal ve siyasal tahribatını başka bir savaş ve işgal ile; Kuveyt’i işgal ederek onarmaya çalışması, bu girişimi bölgesel çıkarları için tehdit olarak gören ABD’nin Saddam’a karşı tutumunu değiştirmesine ve Ocak 1991’de ‘Çöl Fırtınası Operasyonu’nu (Körfez savaşı) düzenleyerek Saddam’ı geri çekilmeye zorlamasına neden olmuştu.

2001 11 Eylül saldırılarından sonra ABD, bölgeyi kendi çıkarları temelinde yeniden dizayn etmek için gündeme getirdiği Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin merkezi olarak en zayıf halka olarak gördüğü Irak’ı belirlemiş; Irak’ın elinde kitle imha silahları olduğu ve Saddam’ın el Kaide’yi desteklediği gibi temelsiz iddialar üzerinden Mart 2003’te Irak’a müdahale ederek Saddam rejimini devirmişti. Ancak bu müdahaleyi İran’a yaymayı amaçlayan ABD’nin bu hesabının tutması bir yana, Irak’ın Şii çoğunluğu üzerinde İran etkisi artmış, deyim yerindeyse ABD, Irak’ta batağa saplanmıştı.

2005’te kabul edilen yeni Irak Anayasası’na göre, 1991’den sonra zaten fiili olarak kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi resmi bir statü kazanmış; yönetimin sembolik değeri olan cumhurbaşkanının Kürtlerden, meclis başkanının Sünni Araplardan ve başbakanın ise ülkede çoğunluğu oluşturan Şii Araplardan seçildiği bir düzen kurulmuştu. Ancak yetkilerin bu biçimde paylaşımı ülkedeki güçler arasındaki egemenlik mücadelesini sona erdiremedi. Şiilerin iktidarda etkin hale gelmesi, Saddam dönemindeki ayrıcalıklarını kaybeden Sünni aşiret reislerini fazlasıyla rahatsız etmiş, bunların çeşitli zamanlarda hükümete karşı ayaklanmalarına yol açmıştı-ki, IŞİD’in Musul’u alabilecek kadar güçlenmesinin arkasında bu gerilime bağlı olarak Sünnilerden aldığı destek bulunuyordu. Yine merkezi hükümet ve Kürt yönetimi arasında Kerkük başta ihtilaflı bölgelerin aidiyeti ve petrol gelirlerinin paylaşımı (Kürdistan yönetiminin merkezi bütçeden alacağı pay) konusunda ciddi gerilimler yaşandı. Ülkede o günden bugüne sadece etnik ve mezhepsel gerilim değil; aynı zamanda Şii, Kürt ve Sünni parti ve siyasi-askeri güçlerin kendi aralarında da egemenlik ve çıkar mücadelesi devam ediyor.  

Irak’ta etnik ve mezhepsel gerilim ve çıkar kavgası devam ederken ülkenin petrol kaynakları BP, Shell ve Exxon Mobil’in başını çektiği emperyalist tekeller arasında paylaştırıldı. Devlet bürokrasisi ve dini aristokrasi emperyalist tekellerin yağmasından payını alırken halk giderek daha fazla işsizlik ve yoksulluğun pençesine itildi. Bir yanda yöneticilerin yolsuzlukları ayyuka çıkarken öte yandan halk en temel kamu hizmetlerini bile alamaz hale geldi. Küçük bir azınlık emperyalist yağma ve yıkımdan nemalanırken halkın büyük çoğunluğu bu yıkımın enkazı altında kaldı. İşte arkasında herhangi bir siyasi güç olmadığı halde son gösterilerin kısa zamanda birçok kente yayılmasının arka planında halkın biriken öfkesinin artık patlama noktasına gelmesi bulunuyor.

Daha önce ‘Ortadoğu’da kimlikler ve sınıfsal aidiyetler’ yazısında da belirtildiği gibi Irak’ta olup bitenlere sadece etnik-mezhepsel gerilim ve egemenlik mücadelesi üzerinden bakmak bugün sokaklara taşan halk öfkesini anlamak için yetmez. Çünkü bugün Basra ve Necef’te Şii hükümete karşı ayaklananlar Şii yoksulları, emekçi halk kitleleridir. Dün yine yolsuzluk ve yoksulluğa karşı öfkelerini Kürt partilerin binalarını yakmaya vardıranlar da yine Kürt yoksulları, emekçileri idi.

Sonuç olarak Irak’taki gösterilerin bize bir kez daha gösterdiği gerçek şudur: Irak’ta ve bütün bölgede her milliyet ve mezhepten işçi-emekçi halk güçleri, kendi aralarındaki etnik-mezhepsel gerilim ve çatışmalardan sıyrılıp emperyalist yağmaya ve iş birlikçi gericiliklere karşı kendi sınıf çıkarları temelinde mücadeleye yönelmedikçe kendilerine kader olarak dayatılan bu yıkımın enkazından kurtulmaları da mümkün olmayacaktır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa